Hep yolculuklarla geçmeli ömür...
Bilinmeyen kentlere, bilinmeyen gemilerle...
Neresi olursa olsun, sormadan
gidilecek yeri... Şöylesine, dört başı mamur gitmeli...
Bir ömrün değeri nedir ki, upuzun
yollar karşısında. Sonsuzluk denilen yaşam gulgulesinde... Dizginsiz, yeleleri
savrulan, beyaz bir at gibi, hırçın rüzgarın tam böğrüne girmeli yazın sarı
göğünde... Fırtınaya karşı boran misali soluksuz koşmalı gri bir gökyüzü
altında yağmur yeşili çayırlarda... Uçan toynaklar, dörtnala kanatlar olmalı
her ân...
Yüreğinin yolları kadar keskinse
aklın yolları...
Hiç durmadan gitmeli...
Ne bilir ki hiç yolculuk yapmayan,
yolların cazibesini, nerden bilebilir ki? Çalmaya başlayınca yolculuk sireni,
çıkmalı yola apansız, bir aydınlık gece ya da güneşsiz bir gün vakti, geride
bırakıp yangınları, ardına bile bakmadan...
Bir kül zerresini alıp yanına,
yeniden yaratmalı kızgın alevleri... Soluğundan alev yaratmayı öğrenene kadar
en azından... Yaşayınca, hesapsız, sorgusuz ve de yargısız, öylesine duman
misali, alıp başını gitmeli... Ölünecek sevdalar için, yeni sevdalar yaratmak
için...
Her yol, sızlatan bir aşktır
derinden, sızılar öğretmendir yalancı aşklara rağmen...
Yollar yine, yeniden... Bir derecik
misali denizi özleyen, bulanmadan akıp gitmeli uzak uzak... Deniz hep kaçsa da,
nehirleri akar kılmalıdır...
Yeni yollar, sıcak, samimidir, kucak
açar yolculara bilmemenin esrarıyla. Aşklarsa pusu kurmuş yol kenarına... Bir
kavuşup, bir ayrılan, bölünüp, parçalanan yollarda, bulanmadan akan derecik
olmalı insan devriyesiz, zaptiyesiz ömrüyle...
İşte, o zaman var ya o zaman,
yalınlaşıp, yalnızlaştıkça artan derin bir sızıdır yaşam, bulanmadan akan...
Dünyayı sığdırırsın da içine, hep
boş kalır bir yan.
Hani diyorum, bir bilinmez, adı sorulmaz
bir kent çıkar karşına aşka susayan... Bil ki orada, gözü yaşlı bir yetim
kaldırım kenarında, belki de aldatılmış bir aşık kapı arkasında, öylece boynu
bükük...
Kokusu yayılmış yollara... Ardına
bile bakmadan gitmeli, yalnızca gitmeli onlara... Dünyayı değil de dünyaları
sığdırmak adına...
Kanayan bir kentin daralmış
yollarında, kan revan, toz duman içinde ağır adımlarla yürümeli, cilveli
kaldırımlara kanmadan. Her köşe başı oynak bir çengi, her meydan çığlık çığlık
ağlıyor olsa da, gitmeli.
Dizginsiz, yeleleri rüzgarda
savrulan, beyaz bir kısrak gibi girmeli, şaha kalkıp dalmalı fırtınanın, ateşin
tam orta yerine... Ömür yangınlarla, yollarda geçmeli. İçinde ölünmeyecek
kentler yerle bir edilmeli; yolu, yolcusu olmayan, yangınları yaşamayan kentler
müebbede mahkum edilmeli diye çınlamalı sesler. Yolda bu çığlıklar samimi ve
şefkatli bir tesamuh olsa da...
Nereden bilir ki hiç yola çıkmayan,
yolun kıymetini? Sükunetin ve dahi huzurun hakîki diyalektiğini!..
Yine, yeniden yollara düşülmeli...
Haydi vakit tamam!.. Bu cümle
dökülmeli ağızlardan, hala soluk alınıp verilebilirken, her solukta! Yaşam akıp
giderken her ânı bir
yolculuk başlangıcı gibi hissetmeli! Her ân!..Geç olmadan!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder