14 Şubat 2013 Perşembe

yine, yeniden yollar... her ân...




Hep yolculuklarla geçmeli ömür... Bilinmeyen kentlere, bilinmeyen gemilerle...
Neresi olursa olsun, sormadan gidilecek yeri... Şöylesine, dört başı mamur gitmeli...
Bir ömrün değeri nedir ki, upuzun yollar karşısında. Sonsuzluk denilen yaşam gulgulesinde... Dizginsiz, yeleleri savrulan, beyaz bir at gibi, hırçın rüzgarın tam böğrüne girmeli yazın sarı göğünde... Fırtınaya karşı boran misali soluksuz koşmalı gri bir gökyüzü altında yağmur yeşili çayırlarda... Uçan toynaklar, dörtnala kanatlar olmalı her ân...
Yüreğinin yolları kadar keskinse aklın yolları...
Hiç durmadan gitmeli...
Ne bilir ki hiç yolculuk yapmayan, yolların cazibesini, nerden bilebilir ki? Çalmaya başlayınca yolculuk sireni, çıkmalı yola apansız, bir aydınlık gece ya da güneşsiz bir gün vakti, geride bırakıp yangınları, ardına bile bakmadan...
Bir kül zerresini alıp yanına, yeniden yaratmalı kızgın alevleri... Soluğundan alev yaratmayı öğrenene kadar en azından... Yaşayınca, hesapsız, sorgusuz ve de yargısız, öylesine duman misali, alıp başını gitmeli... Ölünecek sevdalar için, yeni sevdalar yaratmak için...
Her yol, sızlatan bir aşktır derinden, sızılar öğretmendir yalancı aşklara rağmen...
Yollar yine, yeniden... Bir derecik misali denizi özleyen, bulanmadan akıp gitmeli uzak uzak... Deniz hep kaçsa da, nehirleri akar kılmalıdır...
Yeni yollar, sıcak, samimidir, kucak açar yolculara bilmemenin esrarıyla. Aşklarsa pusu kurmuş yol kenarına... Bir kavuşup, bir ayrılan, bölünüp, parçalanan yollarda, bulanmadan akan derecik olmalı insan devriyesiz, zaptiyesiz ömrüyle...
İşte, o zaman var ya o zaman, yalınlaşıp, yalnızlaştıkça artan derin bir sızıdır yaşam, bulanmadan akan...
Dünyayı sığdırırsın da içine, hep boş kalır bir yan.
Hani diyorum, bir bilinmez, adı sorulmaz bir kent çıkar karşına aşka susayan... Bil ki orada, gözü yaşlı bir yetim kaldırım kenarında, belki de aldatılmış bir aşık kapı arkasında, öylece boynu bükük...
Kokusu yayılmış yollara... Ardına bile bakmadan gitmeli, yalnızca gitmeli onlara... Dünyayı değil de dünyaları sığdırmak adına...
Kanayan bir kentin daralmış yollarında, kan revan, toz duman içinde ağır adımlarla yürümeli, cilveli kaldırımlara kanmadan. Her köşe başı oynak bir çengi, her meydan çığlık çığlık ağlıyor olsa da, gitmeli.
Dizginsiz, yeleleri rüzgarda savrulan, beyaz bir kısrak gibi girmeli, şaha kalkıp dalmalı fırtınanın, ateşin tam orta yerine... Ömür yangınlarla, yollarda geçmeli. İçinde ölünmeyecek kentler yerle bir edilmeli; yolu, yolcusu olmayan, yangınları yaşamayan kentler müebbede mahkum edilmeli diye çınlamalı sesler. Yolda bu çığlıklar samimi ve şefkatli bir tesamuh olsa da...
Nereden bilir ki hiç yola çıkmayan, yolun kıymetini? Sükunetin ve dahi huzurun hakîki diyalektiğini!..
Yine, yeniden yollara düşülmeli...
Haydi vakit tamam!.. Bu cümle dökülmeli ağızlardan, hala soluk alınıp verilebilirken, her solukta! Yaşam akıp giderken her ânı bir yolculuk başlangıcı gibi hissetmeli! Her ân!..Geç olmadan! 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder