DAVUL –
TÖREN – İKTİDAR ÜÇGENİ
Davul ritmin aracıdır. Ritim ise
uyum ve düzeni sağlar.
Bu yazıda; günlük yaşantımızda bizi eğlendiren;
irili ufaklı bir çok modeli ile farklı tınılara sahip ve geçmişi, insanlığın
tarihi kadar eski olan davulun iktidar ve törenle olan ilişkisini
inceleyeceğiz. Böylesi bir ilişki aslında üflemeli aletlerle de kurulabilir
ama davulun ritim özelliği nedeniyle,
öncelikle ‘davul’ üzerinde duracağız.
Kurgulanan her simgeler sistemi, geniş kitleler
arasında ne kadar yaygınlaştırılabilirse o kadar işlev kazanır. Kitleleri bu
kurguya inandırmak, bir arada tutmak, yönlendirmek, aynılaştırmak; böylece
düzeni sağlamak her tarih öncesi ve tarih sonrası toplumda mevcut erkin özlemi
durumuna gelmiştir. Kitle yaratma, kitleyi genişletme ve büyütme için de
çeşitli yollara başvurulmuştur. İşte bu araçların en önemlisi, bizce ‘ritim’dir.
Ritim, özgün anlamıyla ayakların ritmidir. Her insan
yürür ve yürümek için önce birini sonra diğerini yere bastığı iki ayağını
kullandığından, ancak bunu tekrarlayarak hareket edebildiğinden, ister istemez
ritmik bir ses ona eşlik eder. İki ayak hiçbir zaman yere aynı kuvvetle basmaz.
Aralarındaki fark bireysel yapı ya da ruh haline bağlı olarak daha büyük ya da
küçük olabilir.
Hayvanların da kendilerine özgü yürüyüşleri vardır.
Onların yürüyüşlerindeki ritim, insanların yürüyüşlerindeki ritme oranla daha
zengindir ve daha kolay algılanabilir; toynaklı hayvanlar yürürken davul gibi
ses çıkardıklarından daha kolay tanınırlar. Hayvanların yürürken çıkardığı bu
ritim, ilkel insana esin kaynağı olmuş, ritme ihtiyaç duyulan ayinlerde
kullanılabilecek bir aracın da icadına yol açmıştır.
Çoğu sözlükte,
“Büyük ve enlice bir kasnağın iki yanına deri geçirilerek yapılan,
tokmak ve değnekle çalınan çalgı.”[1] ,
biçiminde tanımlanan ve “Davulun sesi kulağa uzaktan hoş gelir.”, “Davul çalsam
işitmez.”, “Davul belinde, tokmak elinde.”, “Davul gibi şiştim.”, “Davul tozu”
gibi bir çok atasözüne ve deyime kaynaklık eden ‘davul’un erk ile ilişkisini
kanıtlayabilmemiz için; öncelikle neolitik devirdeki inanç sistemine bakmamız
gerekir.
Arkeolojik bulgular, paleolitik dönemde başladığı
sanılan inanç sistemi birikimlerinin, neolitik dönemde çeşitlenerek ana ve ata
kültünün birlikte bir simgeler sistemine dönüştüğüne işaret etmektedir.
Dolayısıyla neolitik dönemde ikili bir tapım sisteminin varlığından söz etmek
mümkündür.
“...neolitik
yerleşimlerin ‘din’inin bir ata kültünün yanı sıra, doğanın ön görülmez
koşullarını insanın yararına çevirerek ürünü güvence altına almaya yönelik, bu
amaçla doğal olayları denetlediği varsayılan güçleri, kanlı-kansız sunularla,
çalgılı- danslı ayinlerle etkilemeye çalışan (...) bir inanç ve tapım sistemi
olduğu söylenilebilir.”[2]
Alıntıdan da
anlaşılacağı gibi neolitik dönemde ikili bir toplum kurgusu vardır ve bu
toplulukların da inanç-tapım sistemleri doğal olarak farklılık göstermektedir.
Bu anlamda neolitik tarım toplulukları yukarıda sözü edilen çalgılı-danslı
ayinlerle doğaya egemen olmaya; neolitik çoban toplulukları ise bir
kişinin(şamanın) başkanlığında davul aracılığı ile ruhlarla ilişki kurup,
onlardan aldıkları güçle, doğa üzerinde etkin olmaya çalışmaktadır.
Şamanlık
denilen büyüsel-dinsel bir sistem, bilinen tüm çoban topluluklarında gözlemlenir. Şamanlık her şeyden önce,
toplu ayinlerle gerçekleştirilen neolitik tarım- merkezli kültlerin tersine;
bireysel bir uygulamadır. Bu anlamda çok tanrılı inanç sisteminden tek tanrılı
inanç sistemine doğru gidişin de ilk habercisidir. Çünkü; şamanist bir
toplulukta bütün yetki ve erk, ata ruhlar tarafından şamana verilir. Ata ruhlar
neyin nasıl olması gerektiğini şamana, o da bunları ayin sırasında topluluğun
diğer üyelerine aktarır.
Bedensel bir anomali, epilepsi,
sanrılar gibi durumlar şaman adaylarının belirlenmesini sağlar. Şaman adayı,
uzun ve dayanılmaz fiziksel acıları da içeren bir yalıtılma evresinin ardından,
ata ruhları tarafından parçalanarak yenir ve yenilenmiş olarak dünyaya geri
döner. Yaşlı ve deneyimli şamanlarca eğitildikten sonra görevini uygulamaya
hazır duruma gelir.
Şamanın misyonu, hemen her şamanist
topluluğun ortak unsuru olan davulun eşliğinde giderek hızlanan bir ritimle
dönmek ve bu dansın bir anında transa geçerek ruhunun bedenini terk edip kozmik
bir yolculuğa çıkması, ruhlarla temas etmesi ve geri döndüğünde hazır
bulunanlara öte dünyadan mesajlar iletmesi iddiasından ibarettir.
Şaman, topluluğun sağaltıcısı,
bilicisi, astrologu, doğum ve ölüm gibi anlarda bireylere eşlik eden, kutsal
mitlerin koruyucusu, ayinlerin gözeticisi, kabile takviminin uygulayıcısı,
hayvanların efendisi ve kurbancıdır. Tüm bu işleri davul eşliğinde
gerçekleştirir. Örneğin astrolojik olaylarda; şaman inançlarına göre, güneş ve
ay ile kötü ruhlar mücadeleye kalkışırlar, bazen onu, yakalayıp karanlık
dünyalarına sürüklerler. Güneş ve ayın tutulma sebebi budur... Güneş ve ay
tutulduğunda, şamanlar, bunları kötü ruhların elinden kurtarmak için bağırıp,
çağırırlar, davul çalarlardı.[3]
Kötü ruhlarla
mücadelede davulun çok önemli yeri vardır. Öte yandan “davul Arapça’daki ‘tabl’
ve Acemce’deki ‘duhul’ kelimeleriyle hem eş seste, hem de eş anlamdadır. Buna
rağmen Buryat dilinde ‘dakhul’ kötücül ruh, ölmüş yoksul kişinin ruhu anlamına
gelir. Kötücül ruhların şamanın işleri arasına girdiği ve bu faaliyetinde
davula geniş ölçüde baş vurulduğu düşünülürse; bu bağlantıda kandırıcı bir
değer taşır.[4]
Şamanın rutin
işlerinden olan ritüel ayinlerde, ruh ve davul iki önemli olgu olarak ortaya
çıkmaktadır. Davulun işlevi ruhlarla ilişki kurmaktır. Ruhlarla kurulan bu
ilişki davul olmaksızın mümkün değildir. O halde davula özel bir itina
göstermek gerekmektedir. Davulun yapılmasında kayın, sedir ağaçları, deri,
madeni süsler, kıl sicim kullanılır. Şaman ölünce davulu parçalanır ve bir
ağacın dalına asılır; şaman bu ağacın yanına gömülür. Davulun tokmağı da özel
bir törenle hazırlanır. Tokmak, kayın ağacından ya da geyik boynuzundan
yapılır. Altay Şamanlarının davullarında resimler vardır. Bunlar güneşi ve ayı,
ebemkuşağını, tanrısal kayın ağacını, derisi davul için kullanılan kutsal
geyiği gösteren şekillerdir. Bazı davullarda eski devirlerdeki Şamanlara,
ruhlara, kurbanlık hayvanlara, din ve törenlerine ait resimler bulunur. “Beltir
Şamanlarının davullarında yedi sarı kız, kurbağa, yılan, kayın ağacı, geyik,
yıldızlar, hastalık taşıyan ruhların resimleri vardır.”[5]
Türklerde davul binlerce yıldan beri kullanılan bir
çalgıdır. Genellikle bir hakimiyet işareti sayıla gelmiştir. Hun Türklerine
gelin gelen ve ünlü bir şair olduğu söylenen bir Çin prensesi, manzum
mektubunda Hunların “davulu her gece, güneş doğana kadar dövdüğünü” yazmıştır.
Romalılar, Asya ordularıyla her savaşta gök gürültüsü gibi ses veren yüzlerce
davulun sesi önünde şaşkına dönerlerdi.
Radlof, ‘Sibirya’dan’ adlı eserinde; ayin sırasında
şamanın davulu tütsülemesini ve davulla oyunu şöyle anlatıyor;
“Şaman davulunu eline alarak, tütsüler, sonra
kendisinin şaman elbisesini giyer ve davulu tekrar alarak ateşin üstüne
sessizce tutar, öyle ki, duman davulun her tarafına dokunur. Bundan sonra şaman
bir iskemle üzerine oturarak ağır ağır orbu ile vurmaya başlar ve ciddi bir
sesle ruhları çağırmaya koyulur. Çağrılan her ruh şamana; a kam ay! diye cevap
verir. Ve şamanın davulunun içine alınır, oda bunu her defasında davulun
münasip bir hareketi ile açık olarak gösterir... Davulun içine kabul edilen
ruhlar çoğaldıkça şamanın davula vuruşu şiddetlenir. Kollarında taşıdığı davulu
şimdi o kadar ağır gözükür ki, yükün artmasıyla sağa sola sallanmaya başlar.
Nihayet şimdi şaman yerinden kalkar, çadırın içine dikilmiş olan kayının
etrafında birkaç defa döner, sonra kapıya doğru yürür, kapıya vardıktan sonra
ayakta olduğu halde tevazu ile kapı sahibine(orada mevcut olduğu sanılan ruha)
döner ve diz çökerek; kendi beyi önündeymiş gibi derin derin eğilir.”[6]
Çoban
toplulukların simgeler sisteminde önemli bir işleve sahip olan şaman ve
davulunun, tarihin her döneminde kurgulanan simgeler sistemi içindeki varlığı,
bu gün bile izlerine sıkça rastladığımız eril iktidarın değerler sisteminin
temeli olduğunun göstergesidir. Daha sonraki tarihsel dönemeçlerde, ürünün
birikmesiyle kurumsallaşan inanç sistemi tapınakların ve rahip kralların erki
ile sonuçlanmış; davul ise bu erkin baş tacı olarak, ayinle birlikte rahip
kralların meşruluğunu sağlamak amacıyla tapınağın hizmetine girmiştir.
Arkeolojik
veriler, Erken Sülale devrinin başlangıcında tapınağın ‘dinsel’in yanı sıra
seküler alana da egemen olduğunu, desteklemektedir. Erken Sülale döneminde
bulunan kamu binalarının hemen tümü, tapınak niteliğindedir. Tapınak, dinsel ve
seküler erkin odağı olduğu kadar, aynı zamanda artı-ürünün saklandığı bir depo,
zanaatçıların bağlı bulunduğu bir imalat ve ticaret merkezi, kısacası, siyasal
ve iktisadi faaliyetlerin sevk ve idare edildiği merkezdir.[7]
Davul,
alıntılarda sözü edilen tapınaklarda yapılan her türlü törenlerde, farklı
şekilleri ile tarih boyunca kullanıla gelmiştir. Zamanla tapınaklar, saraylara;
ayinler törenlere dönüşse de; davul iktidarların gözdesi olmayı sürdürmüştür.
Çünkü; ayinler; sunusuz, çalgısız, çengisiz ve de davulsuz düşünülemez. Ayin
ürünün bereketi için ne kadar önemliyse; davul da ayinin coşkusu için o kadar
önemlidir ve asla onsuz olunamaz.
Hemen hemen
her tarihsel-siyasal dönemde egemenin, halk nezdinde meşruluğunu sağlamasının
bir aracı haline gelen davul; gökten gelen emirleri ve göğün elçisi olan erk
sahibinin duyuru ve emirlerini iletmede etkin bir rol oynamıştır.
Örneğin
Hitit’lerde, ölümünden sonra tanrı olan kral, kendi adına törenler, bayramlar
düzenlemekte ve halktan, ona, adaklar, bağışlar yapılması istenmektedir.
Yapılan bağışlar ise; ölü tanrı-kralın oğlu olan kralın sarayında ve onunla
işbirliği halindeki tapınakta toplanmaktadır.[8]
Elbette böylesi bir kutsanmışlık ayinlerle kutlanacak ve yine davulun
öncülüğünde erkin meşruiyeti halka kabul ettirilmiş olacaktı.
Orta çağ
Avrupa’sını adeta bir yangın alanına çeviren cadı avlarında, cadıların(!)
yakalandığı ve mazlum insanların artık bunlardan kurtulacağı haberi ancak davul
eşliğinde duyurulursa sevinç yaratılacak ve erkin gücü bir kez daha kanıtlanmış
olacaktı. Yakılan büyük ateş kümeleri önce davulların gürültüsü ile kutsanacak,
kötü ruhlar davulun dom domlarıyla püskürtülecekti.
Krallıklar
koskoca imparatorluklara dönüştükçe; davul da tekillikten çoğulluğa terfi
ederek, daha çok gürültü yapması ve sesini koskoca topraklara duyurabilmesi
için asker taburlarının, atlı süvari birliklerinin önünde yerini almıştır.
Yapılan savaşlarda, kuşatılan kalelerde, kale burçlarına dikilen bayrak
törenlerinde davul, erkin öncü gücünün simgesi olagelmiştir.
Siyasi erkin
hiç bir dönemde vazgeçemediği ayinler giderek kutsallığından arınarak
törenleşmiş; ancak işlevleri itibari ile gelişen ve değişen dünyada
çeşitlenerek hizmette kusur etmemiştir. Kralların, sultanların karşılanmasında
yapılan törenler, bir zamanların kutsal ayini olsa da çalınan davullar hep aynı
sesi çıkartmaya ve iktidarın sözcüsü olmaya devam etmiştir. Davul ve tokmak
sarayın en gözde hizmetkarı olmuş, kanlı iktidar oyunlarında tacı kapanın hemen
yanı başında, hiç itirazsız yerini almıştır. Sıra sıra kurulan darağaçlarında
boynu vurulanlara, iktidarın gücünü ve her an her yerde olacağını göstermek
için olanca şişkinlikleriyle hizaya durarak bağırmışlardır.
Tarihsel süreç
içinde, siyasi erk; en ilkelinden tutun da en gelişmiş devlet şekline dönüşüp,
tanrılardan gelen kutsallığından arınsa da, halk
nezdinde meşruluğunu sağlamanın ve iktidarını sürekli kılmanın bir aracı olan
davuldan hiçbir zaman vazgeçememiştir. Devlet şekilleri, alınan topraklar, sınırlar,
toplumsal yaşam değişse de; ayin/tören ve davula olan gereksinim yaşamın her alanında hep varolmuştur.
Davul ve törenin ortak coşku ve ortak tavır yarattığı
konusuna gelinirse, öncelikle söylenmelidir ki; davul, kitlelerde aidiyet ve
ortak bilinç yaratması bakımından tarih boyunca önemli bir rol oynamıştır.
Hemen bütün törenlerde, davulun tokmağı, törene katılanlarda ortak bir coşku,
ortak bir bilinç yaratır. Törene katılan herkes, davulun tokmağı ile ritme
uyar. Aynı ritim uzun süre devam ettiğinde, ortak coşku yavaş yavaş kaybolur ve
törene katılanlar, bu ortak coşkudan ayrılmaya başlarlar. Böylece tören gevşer
ve çözülür. Topluluğun törene uzun süre aynı coşku ile bağlanması, davulcunun
yeteneği ile yakından ilgilidir. Davulcu böylesi bir gevşemeyi gördüğü zaman,
hemen ritim değiştirir ve gevşeyen töreni yeniden toparlar. Tören coşkusu
davulun tokmağı ile başlar, yavaş yavaş yoğunlaşır; bu ortak coşku yükselip
doruk noktasına çıkınca topluluğa yeni üyeler katılır. Kısaca ortak coşku ne
kadar güçlü ise kitle o kadar büyür.
Her kitle büyüme ve gelişme eğilimi taşır. Törenler de
kitlenin bu eğilimine hizmet eder.
“...
kitlelerin üyeleri her zaman dini, askeri ya da törensel amaçlarla bir araya
geliyorlardı; bu amaç ruh durumlarını kutsuyordu. Vaaza katılan bir adam
kendisi için önemli olanın vaaz olduğuna dürüstçe inanıyordu ve oradaki çok
sayıdaki dinleyicinin mevcudiyetinin ona vaazdan çok daha fazla tatmin verdiği
söylenecek olsaydı, buna çok şaşırır, hatta hiddetlenirdi. Bu gibi kurumlara
ilişkin bütün törenler ve kurallar temel olarak kitleyi ele geçirmeyi hedefler;[9] onlar bir
kilise dolusu inançlı insanı, inançsız bütün bir dünyaya tercih ederler.
Kiliseye gitmenin düzenliliği ve belirli ayinlerin bire-bir ve bildik tekrarı,
kitleyi uygar bir deneyim gibi korur. Bu törenler ve bunların belirli
zamanlarda tekrarı daha sert ve daha şiddetli ihtiyaçların yerini tutar.”[10]
Alıntıda da belirildiği gibi, ilkel ya da modern zamanların
kurumları ve kuralları törenler aracılığıyla
kitleyi ele geçirmeyi hedefler. Kitle kuşatılacak bir kaledir; kuşatma
törensiz olmaz; tören de davulsuz...
Her faaliyet uygun kitleyle yapılır. Örneğin yürüyüş
kitlesi hızlı ve heyecanlı olmak zorundadır. Böylesi bir hız için ritme gereksinim vardır. Diyebiliriz ki
kitlenin hızını arttıran ‘ritim’dir. Bu nedenle “sıklıkla sözü edilen ve modern
yaşamın çok temel bir parçasını oluşturan bariz kitlelerin - her gün gördüğümüz
politika, spor ve savaş kitlelerinin -
hepsi hızlı kitlelerdir.”[11]
Politik
bir kitlenin hız kazanması için ritme gereksinim vardır. Bunu sağlayan da davul
ya da benzeri araçlarla çıkarılan düzenli seslerdir. Bu sesler kitle içinde
yayılıp, hep birlikte söylendiğinde kitlede yoğunluk bir anda artar. Liderlerin
konuşmalarındaki ritim de kitlede coşku yaratan önemli bir faktördür ve
tesadüften ibaret değildir.
İlkel yaşam döneminde ritmin kitle üzerindeki
egemenliği davul, boru ve benzeri araçlarla sağlanırken; modern zamanlarda ise
bando takımı aynı işlevi görmektedir ve ritim törenlerin hala vazgeçilmez bir
parçasıdır. Belirli bir ideolojiyi geniş kitlelere yaymak ve kitleyi
yoğunlaştırmak için marşlar, sloganlar, yürüyüşlerle kullanılmıştır. İster dini
ister dünyevi, bütün törenlerde ortak hedef kitleyi bir arada tutmak ve
genişletmek olmuştur. Kitle ancak ve ancak tören sırasında kuşatılabilir. Tören
de ritim aracılığıyla istenen amaca hizmet edebilir.
Bir futbol karşılaşmasında, izleyenlere ortak bir
coşku kazandırmak amacıyla, amigolar trampet ve boru kullanarak slogan
attırırlar. Bu durum bize, ilkel zamanların şamanını ve davulunu hatırlatır. Ya
da bağırtı ve şamata aracılığıyla, doğa üstü güçleri kendi lehine çevirmek
isteyen bir büyücüyü... Yine işçi ve memur yürüyüşlerinde saf tutarak, düzgün
adımlarla yürüyenlerin ayak sesleri ilkel zamanların avlanma törenlerini
çağrıştırır. Yürüyüşlerdeki ritim, davulun ritmi ile eş değerdedir. Hep
birlikte söylenen sözler, aynı anda yapılan hareketler kitleyi kuşatan ve
böylece kitlenin genişlemesini sağlayan bir ritüele dönüşür.
Bu arada ulusal günler ve ulusal bayramlarda yapılan
törenler de; kanımca, bir zamanlar tapınaklarda rahiplerin yürüttüğü, kral ve
kraliçe ya da oğlunun kutsanma ayinlerinin günümüze uzanan yansımalarıdır. Bu
düşüncemize en iyi örnek ise Hitit’lerdeki festivallerdir. Hitit dinsel takvimi
adeta bir festivaller takvimidir. Arkeolojik bulgularda yalnızca Hattuşaş için
on sekiz festival sayılmaktadır. Festivallerin zamanında ve usulüne uygun
olarak yürütülmesinden rahipler sorumludur. Her kült merkezinin kendi festival
takvimi vardır. Kral (ve kraliçe) önemli merkezlerdeki dinsel festivallere
katılmak zorundadır. En önemli Hitit festivali, ejderhanın öldürülmesinin
canlandırıldığı purulliyas festivalidir
ki; yeni yıla denk düştüğü sanılmaktadır. (Purulli
Hatti dilinde ‘toprağa ilişkin’ anlamına gelir.) Bir Hitit festivalini
Gurney’den aktaralım:
“Kral ve
kraliçe halentuwa evinden dışarı çıkarlar. İki saray hizmetkarı
ve muhafızlardan biri kralın önünde yürür, ancak soylular, saray hizmetkarları
ve muhafızlar (-dan geri kalanlar) geride yürür. Palyaçolar kralın önünde ve
arkasında arkammi, huhupal ve galgaturi (üç çalgı) çalarlar...
Sarı
giysiler giymiş başka palyaçolar kralın yanında durur, ellerini havaya kaldırıp
yerlerinde dönerler...
Kral ve
kraliçe Zababa Tapınağından içeri girer. Mızrağın önünde diz çökerler,
heykel-tapıcısı konuşur, haberci seslenir...
Kral ve
kraliçe tahta oturur. Saray hizmetkarı altın mızrağın kumaşını ve lituus’u
getirir. Altın mızrağın kumaşını krala verir, Lituus’u ise kralın tahtının
sağına koyar. İki saray hizmetkarı kral ve kraliçeye elleri için altın bir
kavanozda su getirir... Kral ve kraliçe ellerini yıkar. Saray hizmetkarlarının
başı havlu verir, ellerini kurularlar. İki saray hizmetkarı kral ve kraliçeye
diz örtüsü getirir. Zangoç önde yürür, masa hizmetkarları öne adım atarlar.
Zangoç
önde yürür ve kralın oğullarına yerlerini gösterir.
Zangoç
dışarı çıkar ve ahçıların önünde yürür ve ahçılar öne bir adım atarlar.
Zangoç
yine dışarı çıkar ve ‘arı rahibin, Hatti’nin efendisinin ve Halki’li tanrının
anasının’ önünde yürür ve onlara yerlerini gösterir.
Tören üstadı
içeriye girer ve krala haber verir. ‘Ishtar’ çalgılarını getirirler- kral
‘onları getirsinler’ der. Tören üstadı saray avlusuna çıkar ve zangoca
‘Hazırlar, hazırlar!’ der. Zangoç kapıya gider ve şarkıcılara ‘hazırlar,
hazırlar!’ der. Şarkıcılar Ishtar çalgılarını alılar ve hazır duruma geçerler.”[12]
Kökenlerine Tanrı ya da kral devletlerde sıkça
rastladığımız bu tip örneklerin bire bir olmasa da benzer şekillerini modern
devletlerde de görmekteyiz. Tüm ulusal törenler bando ile başlar, marşlarla
devam eder, yürüyüşlerle son bulur. Ülkemizde devlet büyüklerinin ya da
milletvekillerinin ziyaretlerinde izlenen tören nizamının, bir zamanların
festivallerinden günümüze ulaşan izleri taşıması oldukça kayda değerdir.
Davullu, zurnalı, oyunlu ve kurbanlı karşılama törenleri... Kurum ve
kuruluşların açılışı da - belki de bereket için - bir çeşit törenle yapılır.
Törene gelenleri çoğaltmak, bu kurum ve kuruluşların bekası için olmazsa olmaz
kuraldır. Okullarda yapılan törenlerde, bayram kutlamalarında, yürüyüşlerde en
ön sırada bando takımları saf tutmayı sürdürmekte; her gün içilen and, okul
kitlesini amaca uygun olarak donatma ve şekillendirme işlevini yerine
getirmekte; şeklen hizaya giren öğrencileri ruhen de tek hedefe ulaştırmak için
biçimlendirmektedir. Belirli bir sistemin küçük parçalarından en büyük devlet
törenlerine kadar hepsinde gözlenen ortak amaç ve tarz hemen hemen aynıdır. Onu
yaşatmak ve geliştirmek için, kitleyi kuşatmak, var olma nedenini kavratmak
gerekir. Çözülmeye başlayan uluslarda, ulusa duyulan güvenin yeniden sağlanması
için sık sık törenlere başvurulur. Çünkü törenler ortak bilinci sağlayan,
birleştirici bir işleve sahiptir. Çalınan marşlar ve bandonun ritmi kitlede
coşku ve aidiyet duygusunu yeniden yaratır.
“Tüm törenler, şu ya da bu şekilde uzlaşmayı onaylamakta,
çatışkıları gizlemekte ve hem hiyerarşi hem de cemaati desteklemektedir. Hangi
ülke ele alınırsa alınsın, ayin, kralın seküler ve kutsal kimlikleri ve dünyevi
ve göksel hiyerarşileri birbirine bağlayan örnek merkezi rolü üzerinde
yoğunlaşmaktadır.”[13]
Her kitle kendisini başka bir kitleden farklı olarak
kurgular: biz ve öteki. Bizi ötekinden ayıran farklılıklar ‘biz’i yaratırken;
öteki de kendisini ‘biz’e göre kurgular. ‘Biz’ ve ‘öteki’nin sloganları,
marşları, söylemleri farklıdır ama uydukları ritim aynıdır. Her iki kitleye de
ortak coşku veren yine davul ve tokmaktır. O halde hangi kitle olursa olsun
ritim hep aynıdır ve işlevi ortaktır. Bu ortak noktaya rağmen kitlelerin
farklılaşması kendilerini diğer kitlelerden üstün görme duygusu etrafında
örülmelerinden kaynaklanır.
“Hemen her toplumda, kendini ötekilerden üstün görme
eğilimi vardır. Türkçe’deki ‘acem’ sözcüğünün, Farsça’daki karşılığı ‘Türk’tür.
Toplumsal birlik ve dayanışmanın devamı ve korunması için, bu türden değer ve
inançlara ihtiyaç (yok değildir)” [14]
vardır.
O halde en büyük kitle olarak adlandırdığımız ‘insanlık’
tan tutun da en küçük kitle olan ‘aile’ ye
kadar, hepsinde farklılıkların öne çıkarıldığı bir değerler sistemi
mevcuttur.
Günümüze baktığımızda seçim zamanlarında meydanları
dolduran kitleler farklı müzikler, simgeler, semboller ve söylemlerle
birbirinden kolayca ayırt edilebilir. Her siyasi parti kendisine kitle yaratmak
için, kendisinin ötekinden farkını göstermek durumundadır. Bunu miting adı
verilen törenlerle gerçekleştirir. Mitinglerin vazgeçilmez unsuru ise kitleyi
hareketlendirecek olan ritimdir. Siyasi partilerin seçtikleri müziklere dikkat
edilirse, bunların hayli hareketli ve ritmik oldukları görülür. Kitleyi düzene
sokacak, heyecanlandıracak ve tek bir yumruk haline getirebilecek olan hızlı
ritimler seçilir. Modernleşen günümüzde yavaş yavaş gözden düşmüş gibi görünen
davulun yerini biçim olarak farklı ritim araçları alsa da; işlevi devam
etmektedir.
Modern çağda, en gelişmiş teknolojilerin gündelik yaşamın
her alanında var olmaya başlaması ile ilkel dönemlerin davul ve ayin/töreni
tahtını kaybetmiş gibi görünse de; insanlığın şimdilik en son icadı olan
bilişim teknolojilerinde değişen biçimiyle varlığını inadına sürdürmektedir.
Ayarları bozulan bilgisayarlarımızı açtığımızda, karşılaştığımız görüntü,
düşündürücü ve bir o kadar da şaşırtıcıdır: “sistem ayarları
güncelleştiriliyor” yazısının sol tarafında bir trampet ve ona vuran iki çubuk.
Bilgisayar teknolojisinin belli bir sistem doğrultusunda yaratıldığı
düşünülürse; elbette bozulan sistem, onarılarak yeniden işler duruma
getirilecektir. En son teknolojiyle üretilmiş olan bilgisayar sistemin yeniden
yapılandırılması, en ilkel araç sayabileceğimiz – şeklen değişse de- davul
(trampet) ile simgelenmiştir.
Kanımca, insanoğlu yaşam serüveninde ne
kadar ilerleme(!) kaydederse etsin, ilkel atalarının davul ve ayinini bilinç
altından bir türlü atamamıştır. Klandan bu yana değişik formlarda örgütlediği
toplum biçimlerinde kullandığı araçlar özde hep aynı kalmıştır. Tanrı
Devletler, Kral Devletler, İmparatorluklar, Ulus Devletlerde kurguladığı
sistemler ne olursa olsun; sistemi meşrulaştırmak ve geniş kitlelerin
sahiplenmesini, onaylamasını sağlayabilmek için törenlerden, ritim araçlarından
bolca yararlanmıştır. Gevşeyen toplum bağlarını yeniden yapılandırmak, aidiyet
duygularını güçlendirmek için kitleleri törenlerle kuşatmış, gündelik yaşamın
yalın temposuna farklı kaygılar sunarak, birlik ve beraberlik duygusu
yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır. Aslında çağ, modern ya da modern-üstü olsa da
insanoğlu klan ailesinden kalan alışkanlıklarını hala sürdürmektedir. Doğa ile
savaşımı henüz bitmeyen insanoğlunun iç güdüleri yaşamında hala önceliklidir.
Binlerce yıldır giydirilmeye çalışılan kimlikler onları mutlu etmeye
yetmemektedir. Yoğun ve yorucu yaşam serüveni içinde bulabildiği kısacık
zamanda hemen doğaya koşması; onun bin yıllar öncesinden tanıdık olduğu çevreye
duyduğu özlemin bir ifadesidir. İlkel yaşama duyulan özlem, modern çağımızda
herkesi kuşatan bir duygu haline gelmiştir. Dünyanın hemen bütün ülkelerinde
yaşayan, farklı uluslara mensup insanların, son dönemlerde aynı yılgın ve
bezgin tavrı göstermesi son derece açıktır.
Artık
insanlar, onlara sunulan simgelerden, kimliklerden, yönetilmekten ve yönetmeye
aday olanların söylemlerinden, vaatlerinden etkilenmediklerini, tüm dünyadaki demokratik ülkelerde yapılan
seçimlerde, kullanılan oy oranının
düşüşü ile göstermektedirler. Giderek kitlelerle bağını koparan insanlar hızla
yalnızlaşmakta, törenler bile artık onları kuşatmaya yetmemektedir. Çünkü
insanlık varoluşundan bu yana kendisinin istemi dışında gelişen ve onun gelişim
seyrinin çok ötesinde olan farklı yaşam tarzlarına itilmiştir. Eskisi henüz
içselleştirilmeden ortaya çıkan her yeni tarzda, geçmişe ait değerler sistemi
kökünden sarsılmış, değişimlere ayak uyduramamıştır. Bizim ülkemizden örnek
verecek olursak; Osmanlı teb’asından T.C yurttaşlığına geçişin, hiç de kolay
bir tasarruf olmadığını görmekteyiz. Bu konuda Güvenç şunları yazıyor:
“Yenileşme programı, kararlı liderin ödün vermeyen iradesi
ve inancı doğrultusunda uygulandı ama bir tarih/kültür boşluğu da yarattı. O
güne değin müslüman olduğuna ya da doğduğuna şükredip”, “padişahım çok yaşa”
diye haykıran Osmanli tebaası Türklerden, şimdi “Ne mutlu Türküm”, ya da
“Yaşasın cumhuriyet” demeleri isteniyordu. Önderin yakın çevresinden başlayıp
yayılan dalgalar halinde, Türkler bu gidişe ayak uydurmaya, gerilerde kalmamaya
çalıştılar ama kişisel kimliklerini unutmak, gizlemek ya da yadsımak pahasına.
Yaşanan deneyim, insanbilimcilerin, “zorla kültürlenme” (transkültürasyon)
adini verdiği sürece benziyordu. Değişim, çocuklarla genç kuşaklarda, büyük
kentlerin “Evropa” ile tanışmış aydın çevreleriyle, kurtuluş savaşına katilmiş
asker-memur kadroları arasında görece -kolay değilse bile- daha hızlı
gerçekleşti. Ancak Türkiye Cumhuriyeti ya da Türk toplumu, yalnızca askerlerle
memurlardan oluşmuyordu.”[15]
“Büyük çoğunluğu köylerde, geri kalanın çoğunluğu ise
kasabalarda yaşayan halk, ‘Osmanlı Memalikini kurtarmak için’ kalkıştığı, ancak
onun ötesinde bir değişimi değil talep etmek, hayal dahi edemediği bir kurtuluş
savaşının ardından, geleneklerle biçimlenmiş kimliğine son derece ters yepyeni
(üstelik de ‘gavur icadı’) bir biçimleniş dayatmasıyla karşı karşıya kalmıştı.”[16]
Alıntılardan yola çıkılırsa şu anlaşılıyor ki; çözülen
kitleleri yeniden toparlamak, bir araya getirmek için değerler sistemi yeniden
kurgulanmış, bu yeni değerler kitlelere çeşitli biçimlerde sunularak,
benimsetilmeye çalışılmıştır. Her tarihsel durakta, iktidarlar tarafından davul
ve tören kıskacında kuşatılan halk kitleleri giderek doğal orijininden
uzaklaşarak, içi boş bir kabuğa dönüşmüştür. Böylelikle, her deneye açık hale
gelerek, kendilerine yabancılaşmışlardır.
Yukarıda değindiğimiz gibi kitlelerde yaşanan değişim;
toplumun kendi iç dinamiğindeki etkileşimlerin bir sonucu olabileceği gibi,
dıştan gelen etkilerin de bir ürünüdür. Daha doğrusu, bu değişim dış ve iç
dinamiğin bir bileşkesi olarak ortaya çıkmaktadır. Nasıl doğa, biyolojik bir
evrimin en zengin bilgi arşivi ise, toplumun kültürü de, sosyal değişimin en
güvenilir belgelerini içinde barındırmaktadır. Toplumun geçirdiği sosyal
değişimlere karşın, bazı törelerin dayanıklılığı veya kalıcılığını (survival)
görmekteyiz. Bunlar şeklen değişime uğrasa da işlev bakımından değişmemiştir.
Halkın gündelik yaşamında da bu tür alışkanlıkların
izlerine, bir zamanların ayinlerinden günümüze ulaşan törenlere hala
rastlanmaktadır. İnsanın yaşamı boyunca geçirdiği dönemler doğum, erginlik,
evlenme ve ölüm olarak sıralana gelmiştir. Buna; sözlenme, nişan, sünnet ve
asker törenlerini de katmak yerinde olur. Anadolu’nun bazı yörelerinde doğum
adeta bir tören niteliğindedir. Doğan çocuğun erkek olması durumunda davul
hemen imdada yetişir. Erkek nüfusa yeni bir bireyin katıldığı davul eşliğiyle
duyurulur. Erkek çocuklarının erkekliğe ilk adımı sayılan sünnet törenleri
bütün tanıdık, eş, dost ile birlikte davulun ortaklaştırıcı coşkusuyla yapılır.
Yine bazı yörelerde görülen erginleme törenlerinde de def ve dümbeleklerle
eğlenceler düzenlenerek, yaşamın bu yeni döneminde ergine destek olunmaya
çalışılır. Elbette bu törenlerin hepsi ortaklaşılan bir bilinçle; yine davul ve
benzeri araçların yardımıyla gerçekleşir. Evlenme törenleri ise daha geniş katılımlı
olup, iki aileyi bir araya toplayan, bazen de bütün bir kasabayı kapsayan coşku
ve sevinçle yaşanır. Bu törenlerin de vazgeçilmez aktörü yine davuldur. Asker
uğurlamaları sırasında yapılan törenlerde de davul olmazsa olmaz bir araçtır.
Buraya kadar verdiğimiz örneklere günümüzde sıkça rastlamak
ya da onların içinde yaşamak mümkündür. Kalabalığın büyüsüne kapılıp, aynı ruh
ve bilinçle hareket etmek, tuttuğumuz takımın renklerini taşıyan bayrakları
sallayıp, hep birlikte bağırmak, arabamıza atlayıp konvoya katılmak, kornanın
ritmine göre haykırmak; davul, tören ve iktidar üçgeninde kuşatılmışlığın
çağımızdaki yeni festivalini yaratmak...
Görünen o ki; insanlık serüvenimiz henüz bitmemiştir.
Davul-tören-iktidar üçgeninde süren bu çetin serüven insanlığı kuşatmaya devam
ederken; kuşatılmışlıktan sıkılanlar da yeni bir üçgenle kuşatma eyilimini
sürdürmektedirler. Bu amaçla yapılan alternatif programlara dünyanın her
yerinde rastlamak mümkündür. Yeni bir toplum ve insan modeli kurgulayanların,
en ilkelinden tutunda en gelişmişine kadar, gelenek-göreneklere hala büyük
ölçüde gereksinimleri vardır. Yerine yenisini koymadan, eskisini yıkmak,
insanı, bu güne değin donatan değerlerden bir anda koparmak, bu uzun yürüyüşte
soluğumuzun yetmemesine neden olacaktır. Davul ve töreni halkın ihtiyaçları
doğrultusunda, halktan gelen seslere kulak vererek kullanan iktidarlar, zaten
zorla bir meşruiyet sağlama yoluna gitmeyeceklerinden, daha uzun soluklu ve
halk için varlıklarını sürdürebilecekleri bir zeminde yaşayacaklardır.
Sonuç olarak; hangi toplum kurgusu olursa olsun, bu kurgu
geniş kitlelere ulaştırılmalı, yaygınlaştırılmalıdır. Kitleler kuşatılarak
büyümeli, hedefe ulaşılmalıdır. Bu da, davul ve törensiz olamaz...
13.10.2002
Mesude Eğilmez
[1] Milliyet Türkçe Sözlük, Atatürk Kültür, Dil
ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Dil Kurumu, cilt 1, İst. 1992, s. 341.
[2] Özbudun, Sibel, Ayinden
Törene, Anahtar Kitaplar, 1997, İstanbul, I. Basım, s. 50.
[3] İnan, A.K, : Tarihte ve Bu Gün Şamanizm, I.
Baskı, TTK Yayınları, Ankara 1976.
[4] And, Metin, Orta Asya Dansları, Forum, c. 10,
110, 24-25, 1958.
[5] Meydan Larousse, cilt 5.,
s.62.
[6] Radlof, W., Sibirya’dan
(Seçmeler), ı. Baskı, Kültür Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1972.
[7] Childe, V. Gordon, Tarihte
Neler Oldu. Çev. A. Şenel, M. Tunçay, Odak Yayınları, İstanbul, 1974.
[8] Altındal, Aytunç,
Türkiye’de Kadın, Anahtar Kitaplar Yayınevi, İstanbul, s.203
[9] Vurgu bana ait.
[10] Canetti, Elias, Kitle Ve
İktidar, Ayrıntı Yayınları, Çev: Gülşat
Aygen, 1998, s. 21
[11] A.g.e. ... s. 30
[12] Gurney, O,R. The
Hittites, Suffolk: Pelican. Page: 153-155.
[13] Özbudun, Sibel, Ayinden Törene, ... s: 118
[14] Güvenç, Bozkurt, İnsan ve
Kültür, Remzi Kitabevi, İstanbul 1993, s. 5.
[15] Güvenç, Bozkurt, Türk
Kimliği, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1993 Ankara, s: 250-252
[16] Tunçay, Mete, T.C’nde
Tek-Parti Yönetimi’nin Kurulması (1923-1931), Cem Yayınları, İstanbul 1989.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder