27 Aralık 2015 Pazar

DAVUL – TÖREN – İKTİDAR  ÜÇGENİ

                                            Davul ritmin aracıdır. Ritim  ise uyum ve  düzeni  sağlar.

Bu yazıda; günlük yaşantımızda bizi eğlendiren; irili ufaklı bir çok modeli ile farklı tınılara sahip ve geçmişi, insanlığın tarihi kadar eski olan davulun iktidar ve törenle olan ilişkisini inceleyeceğiz. Böylesi bir ilişki aslında üflemeli aletlerle de kurulabilir ama  davulun ritim özelliği nedeniyle, öncelikle ‘davul’ üzerinde duracağız.
Kurgulanan her simgeler sistemi, geniş kitleler arasında ne kadar yaygınlaştırılabilirse o kadar işlev kazanır. Kitleleri bu kurguya inandırmak, bir arada tutmak, yönlendirmek, aynılaştırmak; böylece düzeni sağlamak her tarih öncesi ve tarih sonrası toplumda mevcut erkin  özlemi  durumuna gelmiştir. Kitle yaratma, kitleyi genişletme ve büyütme için de çeşitli yollara başvurulmuştur. İşte bu araçların en önemlisi,  bizce ‘ritim’dir.
Ritim, özgün anlamıyla ayakların ritmidir. Her insan yürür ve yürümek için önce birini sonra diğerini yere bastığı iki ayağını kullandığından, ancak bunu tekrarlayarak hareket edebildiğinden, ister istemez ritmik bir ses ona eşlik eder. İki ayak hiçbir zaman yere aynı kuvvetle basmaz. Aralarındaki fark bireysel yapı ya da ruh haline bağlı olarak daha büyük ya da küçük olabilir.
Hayvanların da kendilerine özgü yürüyüşleri vardır. Onların yürüyüşlerindeki ritim, insanların yürüyüşlerindeki ritme oranla daha zengindir ve daha kolay algılanabilir; toynaklı hayvanlar yürürken davul gibi ses çıkardıklarından daha kolay tanınırlar. Hayvanların yürürken çıkardığı bu ritim, ilkel insana esin kaynağı olmuş, ritme ihtiyaç duyulan ayinlerde kullanılabilecek bir aracın da icadına yol açmıştır.
Çoğu sözlükte, “Büyük ve enlice bir kasnağın iki yanına deri geçirilerek yapılan,
 tokmak ve değnekle çalınan çalgı.”[1] , biçiminde tanımlanan ve “Davulun sesi kulağa uzaktan hoş gelir.”, “Davul çalsam işitmez.”, “Davul belinde, tokmak elinde.”, “Davul gibi şiştim.”, “Davul tozu” gibi bir çok atasözüne ve deyime kaynaklık eden ‘davul’un erk ile ilişkisini kanıtlayabilmemiz için; öncelikle neolitik devirdeki inanç sistemine bakmamız gerekir.
Arkeolojik bulgular, paleolitik dönemde başladığı sanılan inanç sistemi birikimlerinin, neolitik dönemde çeşitlenerek ana ve ata kültünün birlikte bir simgeler sistemine dönüştüğüne işaret etmektedir. Dolayısıyla neolitik dönemde ikili bir tapım sisteminin varlığından söz etmek mümkündür.
“...neolitik yerleşimlerin ‘din’inin bir ata kültünün yanı sıra, doğanın ön görülmez koşullarını insanın yararına çevirerek ürünü güvence altına almaya yönelik, bu amaçla doğal olayları denetlediği varsayılan güçleri, kanlı-kansız sunularla, çalgılı- danslı ayinlerle etkilemeye çalışan (...) bir inanç ve tapım sistemi olduğu söylenilebilir.”[2]
Alıntıdan da anlaşılacağı gibi neolitik dönemde ikili bir toplum kurgusu vardır ve bu toplulukların da inanç-tapım sistemleri doğal olarak farklılık göstermektedir. Bu anlamda neolitik tarım toplulukları yukarıda sözü edilen çalgılı-danslı ayinlerle doğaya egemen olmaya; neolitik çoban toplulukları ise bir kişinin(şamanın) başkanlığında davul aracılığı ile ruhlarla ilişki kurup, onlardan aldıkları güçle, doğa üzerinde etkin olmaya çalışmaktadır.
          Şamanlık denilen büyüsel-dinsel bir sistem, bilinen tüm çoban topluluklarında    gözlemlenir. Şamanlık her şeyden önce, toplu ayinlerle gerçekleştirilen neolitik tarım- merkezli kültlerin tersine; bireysel bir uygulamadır. Bu anlamda çok tanrılı inanç sisteminden tek tanrılı inanç sistemine doğru gidişin de ilk habercisidir. Çünkü; şamanist bir toplulukta bütün yetki ve erk, ata ruhlar tarafından şamana verilir. Ata ruhlar neyin nasıl olması gerektiğini şamana, o da bunları ayin sırasında topluluğun diğer üyelerine aktarır.
Bedensel bir anomali, epilepsi, sanrılar gibi durumlar şaman adaylarının belirlenmesini sağlar. Şaman adayı, uzun ve dayanılmaz fiziksel acıları da içeren bir yalıtılma evresinin ardından, ata ruhları tarafından parçalanarak yenir ve yenilenmiş olarak dünyaya geri döner. Yaşlı ve deneyimli şamanlarca eğitildikten sonra görevini uygulamaya hazır duruma gelir.
         Şamanın misyonu, hemen her şamanist topluluğun ortak unsuru olan davulun eşliğinde giderek hızlanan bir ritimle dönmek ve bu dansın bir anında transa geçerek ruhunun bedenini terk edip kozmik bir yolculuğa çıkması, ruhlarla temas etmesi ve geri döndüğünde hazır bulunanlara öte dünyadan mesajlar iletmesi iddiasından ibarettir.
         Şaman, topluluğun sağaltıcısı, bilicisi, astrologu, doğum ve ölüm gibi anlarda bireylere eşlik eden, kutsal mitlerin koruyucusu, ayinlerin gözeticisi, kabile takviminin uygulayıcısı, hayvanların efendisi ve kurbancıdır. Tüm bu işleri davul eşliğinde gerçekleştirir. Örneğin astrolojik olaylarda; şaman inançlarına göre, güneş ve ay ile kötü ruhlar mücadeleye kalkışırlar, bazen onu, yakalayıp karanlık dünyalarına sürüklerler. Güneş ve ayın tutulma sebebi budur... Güneş ve ay tutulduğunda, şamanlar, bunları kötü ruhların elinden kurtarmak için bağırıp, çağırırlar, davul çalarlardı.[3]
Kötü ruhlarla mücadelede davulun çok önemli yeri vardır. Öte yandan “davul Arapça’daki ‘tabl’ ve Acemce’deki ‘duhul’ kelimeleriyle hem eş seste, hem de eş anlamdadır. Buna rağmen Buryat dilinde ‘dakhul’ kötücül ruh, ölmüş yoksul kişinin ruhu anlamına gelir. Kötücül ruhların şamanın işleri arasına girdiği ve bu faaliyetinde davula geniş ölçüde baş vurulduğu düşünülürse; bu bağlantıda kandırıcı bir değer taşır.[4]
Şamanın rutin işlerinden olan ritüel ayinlerde, ruh ve davul iki önemli olgu olarak ortaya çıkmaktadır. Davulun işlevi ruhlarla ilişki kurmaktır. Ruhlarla kurulan bu ilişki davul olmaksızın mümkün değildir. O halde davula özel bir itina göstermek gerekmektedir. Davulun yapılmasında kayın, sedir ağaçları, deri, madeni süsler, kıl sicim kullanılır. Şaman ölünce davulu parçalanır ve bir ağacın dalına asılır; şaman bu ağacın yanına gömülür. Davulun tokmağı da özel bir törenle hazırlanır. Tokmak, kayın ağacından ya da geyik boynuzundan yapılır. Altay Şamanlarının davullarında resimler vardır. Bunlar güneşi ve ayı, ebemkuşağını, tanrısal kayın ağacını, derisi davul için kullanılan kutsal geyiği gösteren şekillerdir. Bazı davullarda eski devirlerdeki Şamanlara, ruhlara, kurbanlık hayvanlara, din ve törenlerine ait resimler bulunur. “Beltir Şamanlarının davullarında yedi sarı kız, kurbağa, yılan, kayın ağacı, geyik, yıldızlar, hastalık taşıyan ruhların resimleri vardır.”[5]
Türklerde davul binlerce yıldan beri kullanılan bir çalgıdır. Genellikle bir hakimiyet işareti sayıla gelmiştir. Hun Türklerine gelin gelen ve ünlü bir şair olduğu söylenen bir Çin prensesi, manzum mektubunda Hunların “davulu her gece, güneş doğana kadar dövdüğünü” yazmıştır. Romalılar, Asya ordularıyla her savaşta gök gürültüsü gibi ses veren yüzlerce davulun sesi önünde şaşkına dönerlerdi.
Radlof, ‘Sibirya’dan’ adlı eserinde; ayin sırasında şamanın davulu tütsülemesini ve davulla oyunu şöyle anlatıyor;
“Şaman davulunu eline alarak, tütsüler, sonra kendisinin şaman elbisesini giyer ve davulu tekrar alarak ateşin üstüne sessizce tutar, öyle ki, duman davulun her tarafına dokunur. Bundan sonra şaman bir iskemle üzerine oturarak ağır ağır orbu ile vurmaya başlar ve ciddi bir sesle ruhları çağırmaya koyulur. Çağrılan her ruh şamana; a kam ay! diye cevap verir. Ve şamanın davulunun içine alınır, oda bunu her defasında davulun münasip bir hareketi ile açık olarak gösterir... Davulun içine kabul edilen ruhlar çoğaldıkça şamanın davula vuruşu şiddetlenir. Kollarında taşıdığı davulu şimdi o kadar ağır gözükür ki, yükün artmasıyla sağa sola sallanmaya başlar. Nihayet şimdi şaman yerinden kalkar, çadırın içine dikilmiş olan kayının etrafında birkaç defa döner, sonra kapıya doğru yürür, kapıya vardıktan sonra ayakta olduğu halde tevazu ile kapı sahibine(orada mevcut olduğu sanılan ruha) döner ve diz çökerek; kendi beyi önündeymiş gibi derin derin eğilir.”[6]
Çoban toplulukların simgeler sisteminde önemli bir işleve sahip olan şaman ve davulunun, tarihin her döneminde kurgulanan simgeler sistemi içindeki varlığı, bu gün bile izlerine sıkça rastladığımız eril iktidarın değerler sisteminin temeli olduğunun göstergesidir. Daha sonraki tarihsel dönemeçlerde, ürünün birikmesiyle kurumsallaşan inanç sistemi tapınakların ve rahip kralların erki ile sonuçlanmış; davul ise bu erkin baş tacı olarak, ayinle birlikte rahip kralların meşruluğunu sağlamak amacıyla tapınağın hizmetine girmiştir.
Arkeolojik veriler, Erken Sülale devrinin başlangıcında tapınağın ‘dinsel’in yanı sıra seküler alana da egemen olduğunu, desteklemektedir. Erken Sülale döneminde bulunan kamu binalarının hemen tümü, tapınak niteliğindedir. Tapınak, dinsel ve seküler erkin odağı olduğu kadar, aynı zamanda artı-ürünün saklandığı bir depo, zanaatçıların bağlı bulunduğu bir imalat ve ticaret merkezi, kısacası, siyasal ve iktisadi faaliyetlerin sevk ve idare edildiği merkezdir.[7]
Davul, alıntılarda sözü edilen tapınaklarda yapılan her türlü törenlerde, farklı şekilleri ile tarih boyunca kullanıla gelmiştir. Zamanla tapınaklar, saraylara; ayinler törenlere dönüşse de; davul iktidarların gözdesi olmayı sürdürmüştür. Çünkü; ayinler; sunusuz, çalgısız, çengisiz ve de davulsuz düşünülemez. Ayin ürünün bereketi için ne kadar önemliyse; davul da ayinin coşkusu için o kadar önemlidir ve asla onsuz olunamaz.
Hemen hemen her tarihsel-siyasal dönemde egemenin, halk nezdinde meşruluğunu sağlamasının bir aracı haline gelen davul; gökten gelen emirleri ve göğün elçisi olan erk sahibinin duyuru ve emirlerini iletmede etkin bir rol oynamıştır.
Örneğin Hitit’lerde, ölümünden sonra tanrı olan kral, kendi adına törenler, bayramlar düzenlemekte ve halktan, ona, adaklar, bağışlar yapılması istenmektedir. Yapılan bağışlar ise; ölü tanrı-kralın oğlu olan kralın sarayında ve onunla işbirliği halindeki tapınakta toplanmaktadır.[8] Elbette böylesi bir kutsanmışlık ayinlerle kutlanacak ve yine davulun öncülüğünde erkin meşruiyeti halka kabul ettirilmiş olacaktı.
Orta çağ Avrupa’sını adeta bir yangın alanına çeviren cadı avlarında, cadıların(!) yakalandığı ve mazlum insanların artık bunlardan kurtulacağı haberi ancak davul eşliğinde duyurulursa sevinç yaratılacak ve erkin gücü bir kez daha kanıtlanmış olacaktı. Yakılan büyük ateş kümeleri önce davulların gürültüsü ile kutsanacak, kötü ruhlar davulun dom domlarıyla püskürtülecekti.
Krallıklar koskoca imparatorluklara dönüştükçe; davul da tekillikten çoğulluğa terfi ederek, daha çok gürültü yapması ve sesini koskoca topraklara duyurabilmesi için asker taburlarının, atlı süvari birliklerinin önünde yerini almıştır. Yapılan savaşlarda, kuşatılan kalelerde, kale burçlarına dikilen bayrak törenlerinde davul, erkin öncü gücünün simgesi olagelmiştir.
Siyasi erkin hiç bir dönemde vazgeçemediği ayinler giderek kutsallığından arınarak törenleşmiş; ancak işlevleri itibari ile gelişen ve değişen dünyada çeşitlenerek hizmette kusur etmemiştir. Kralların, sultanların karşılanmasında yapılan törenler, bir zamanların kutsal ayini olsa da çalınan davullar hep aynı sesi çıkartmaya ve iktidarın sözcüsü olmaya devam etmiştir. Davul ve tokmak sarayın en gözde hizmetkarı olmuş, kanlı iktidar oyunlarında tacı kapanın hemen yanı başında, hiç itirazsız yerini almıştır. Sıra sıra kurulan darağaçlarında boynu vurulanlara, iktidarın gücünü ve her an her yerde olacağını göstermek için olanca şişkinlikleriyle hizaya durarak bağırmışlardır.
Tarihsel süreç içinde, siyasi erk; en ilkelinden tutun da en gelişmiş devlet şekline dönüşüp, tanrılardan gelen kutsallığından arınsa da, halk nezdinde meşruluğunu sağlamanın ve iktidarını sürekli kılmanın bir aracı olan davuldan hiçbir zaman vazgeçememiştir.  Devlet şekilleri, alınan topraklar, sınırlar, toplumsal yaşam değişse de; ayin/tören ve davula olan gereksinim yaşamın her alanında hep varolmuştur.
Davul ve törenin ortak coşku ve ortak tavır yarattığı konusuna gelinirse, öncelikle söylenmelidir ki; davul, kitlelerde aidiyet ve ortak bilinç yaratması bakımından tarih boyunca önemli bir rol oynamıştır. Hemen bütün törenlerde, davulun tokmağı, törene katılanlarda ortak bir coşku, ortak bir bilinç yaratır. Törene katılan herkes, davulun tokmağı ile ritme uyar. Aynı ritim uzun süre devam ettiğinde, ortak coşku yavaş yavaş kaybolur ve törene katılanlar, bu ortak coşkudan ayrılmaya başlarlar. Böylece tören gevşer ve çözülür. Topluluğun törene uzun süre aynı coşku ile bağlanması, davulcunun yeteneği ile yakından ilgilidir. Davulcu böylesi bir gevşemeyi gördüğü zaman, hemen ritim değiştirir ve gevşeyen töreni yeniden toparlar. Tören coşkusu davulun tokmağı ile başlar, yavaş yavaş yoğunlaşır; bu ortak coşku yükselip doruk noktasına çıkınca topluluğa yeni üyeler katılır. Kısaca ortak coşku ne kadar güçlü ise kitle o kadar büyür.
Her kitle büyüme ve gelişme eğilimi taşır. Törenler de kitlenin bu eğilimine hizmet eder.
“... kitlelerin üyeleri her zaman dini, askeri ya da törensel amaçlarla bir araya geliyorlardı; bu amaç ruh durumlarını kutsuyordu. Vaaza katılan bir adam kendisi için önemli olanın vaaz olduğuna dürüstçe inanıyordu ve oradaki çok sayıdaki dinleyicinin mevcudiyetinin ona vaazdan çok daha fazla tatmin verdiği söylenecek olsaydı, buna çok şaşırır, hatta hiddetlenirdi. Bu gibi kurumlara ilişkin bütün törenler ve kurallar temel olarak kitleyi ele geçirmeyi hedefler;[9] onlar bir kilise dolusu inançlı insanı, inançsız bütün bir dünyaya tercih ederler. Kiliseye gitmenin düzenliliği ve belirli ayinlerin bire-bir ve bildik tekrarı, kitleyi uygar bir deneyim gibi korur. Bu törenler ve bunların belirli zamanlarda tekrarı daha sert ve daha şiddetli ihtiyaçların yerini tutar.”[10]
Alıntıda da belirildiği gibi, ilkel ya da modern zamanların kurumları ve kuralları törenler aracılığıyla  kitleyi ele geçirmeyi hedefler. Kitle kuşatılacak bir kaledir; kuşatma törensiz olmaz; tören de davulsuz...
Her faaliyet uygun kitleyle yapılır. Örneğin yürüyüş kitlesi hızlı ve heyecanlı olmak zorundadır. Böylesi bir hız için  ritme gereksinim vardır. Diyebiliriz ki kitlenin hızını arttıran ‘ritim’dir. Bu nedenle “sıklıkla sözü edilen ve modern yaşamın çok temel bir parçasını oluşturan bariz kitlelerin - her gün gördüğümüz politika, spor ve savaş kitlelerinin -  hepsi hızlı kitlelerdir.”[11]
Politik bir kitlenin hız kazanması için ritme gereksinim vardır. Bunu sağlayan da davul ya da benzeri araçlarla çıkarılan düzenli seslerdir. Bu sesler kitle içinde yayılıp, hep birlikte söylendiğinde kitlede yoğunluk bir anda artar. Liderlerin konuşmalarındaki ritim de kitlede coşku yaratan önemli bir faktördür ve tesadüften ibaret değildir.
İlkel yaşam döneminde ritmin kitle üzerindeki egemenliği davul, boru ve benzeri araçlarla sağlanırken; modern zamanlarda ise bando takımı aynı işlevi görmektedir ve ritim törenlerin hala vazgeçilmez bir parçasıdır. Belirli bir ideolojiyi geniş kitlelere yaymak ve kitleyi yoğunlaştırmak için marşlar, sloganlar, yürüyüşlerle kullanılmıştır. İster dini ister dünyevi, bütün törenlerde ortak hedef kitleyi bir arada tutmak ve genişletmek olmuştur. Kitle ancak ve ancak tören sırasında kuşatılabilir. Tören de ritim aracılığıyla istenen amaca hizmet edebilir.
Bir futbol karşılaşmasında, izleyenlere ortak bir coşku kazandırmak amacıyla, amigolar trampet ve boru kullanarak slogan attırırlar. Bu durum bize, ilkel zamanların şamanını ve davulunu hatırlatır. Ya da bağırtı ve şamata aracılığıyla, doğa üstü güçleri kendi lehine çevirmek isteyen bir büyücüyü... Yine işçi ve memur yürüyüşlerinde saf tutarak, düzgün adımlarla yürüyenlerin ayak sesleri ilkel zamanların avlanma törenlerini çağrıştırır. Yürüyüşlerdeki ritim, davulun ritmi ile eş değerdedir. Hep birlikte söylenen sözler, aynı anda yapılan hareketler kitleyi kuşatan ve böylece kitlenin genişlemesini sağlayan bir ritüele dönüşür.
Bu arada ulusal günler ve ulusal bayramlarda yapılan törenler de; kanımca, bir zamanlar tapınaklarda rahiplerin yürüttüğü, kral ve kraliçe ya da oğlunun kutsanma ayinlerinin günümüze uzanan yansımalarıdır. Bu düşüncemize en iyi örnek ise Hitit’lerdeki festivallerdir. Hitit dinsel takvimi adeta bir festivaller takvimidir. Arkeolojik bulgularda yalnızca Hattuşaş için on sekiz festival sayılmaktadır. Festivallerin zamanında ve usulüne uygun olarak yürütülmesinden rahipler sorumludur. Her kült merkezinin kendi festival takvimi vardır. Kral (ve kraliçe) önemli merkezlerdeki dinsel festivallere katılmak zorundadır. En önemli Hitit festivali, ejderhanın öldürülmesinin canlandırıldığı purulliyas festivalidir ki; yeni yıla denk düştüğü sanılmaktadır. (Purulli Hatti dilinde ‘toprağa ilişkin’ anlamına gelir.) Bir Hitit festivalini Gurney’den aktaralım:
“Kral ve kraliçe halentuwa evinden dışarı çıkarlar. İki saray hizmetkarı ve muhafızlardan biri kralın önünde yürür, ancak soylular, saray hizmetkarları ve muhafızlar (-dan geri kalanlar) geride yürür. Palyaçolar kralın önünde ve arkasında arkammi, huhupal ve galgaturi (üç çalgı) çalarlar...
Sarı giysiler giymiş başka palyaçolar kralın yanında durur, ellerini havaya kaldırıp yerlerinde dönerler...
Kral ve kraliçe Zababa Tapınağından içeri girer. Mızrağın önünde diz çökerler, heykel-tapıcısı konuşur, haberci seslenir...
Kral ve kraliçe tahta oturur. Saray hizmetkarı altın mızrağın kumaşını ve lituus’u getirir. Altın mızrağın kumaşını krala verir, Lituus’u ise kralın tahtının sağına koyar. İki saray hizmetkarı kral ve kraliçeye elleri için altın bir kavanozda su getirir... Kral ve kraliçe ellerini yıkar. Saray hizmetkarlarının başı havlu verir, ellerini kurularlar. İki saray hizmetkarı kral ve kraliçeye diz örtüsü getirir. Zangoç önde yürür, masa hizmetkarları öne adım atarlar.
Zangoç önde yürür ve kralın oğullarına yerlerini gösterir.
Zangoç dışarı çıkar ve ahçıların önünde yürür ve ahçılar öne bir adım atarlar.
Zangoç yine dışarı çıkar ve ‘arı rahibin, Hatti’nin efendisinin ve Halki’li tanrının anasının’ önünde yürür ve onlara yerlerini gösterir.
Tören üstadı içeriye girer ve krala haber verir. ‘Ishtar’ çalgılarını getirirler- kral ‘onları getirsinler’ der. Tören üstadı saray avlusuna çıkar ve zangoca ‘Hazırlar, hazırlar!’ der. Zangoç kapıya gider ve şarkıcılara ‘hazırlar, hazırlar!’ der. Şarkıcılar Ishtar çalgılarını alılar ve hazır duruma geçerler.”[12]

Kökenlerine Tanrı ya da kral devletlerde sıkça rastladığımız bu tip örneklerin bire bir olmasa da benzer şekillerini modern devletlerde de görmekteyiz. Tüm ulusal törenler bando ile başlar, marşlarla devam eder, yürüyüşlerle son bulur. Ülkemizde devlet büyüklerinin ya da milletvekillerinin ziyaretlerinde izlenen tören nizamının, bir zamanların festivallerinden günümüze ulaşan izleri taşıması oldukça kayda değerdir. Davullu, zurnalı, oyunlu ve kurbanlı karşılama törenleri... Kurum ve kuruluşların açılışı da - belki de bereket için - bir çeşit törenle yapılır. Törene gelenleri çoğaltmak, bu kurum ve kuruluşların bekası için olmazsa olmaz kuraldır. Okullarda yapılan törenlerde, bayram kutlamalarında, yürüyüşlerde en ön sırada bando takımları saf tutmayı sürdürmekte; her gün içilen and, okul kitlesini amaca uygun olarak donatma ve şekillendirme işlevini yerine getirmekte; şeklen hizaya giren öğrencileri ruhen de tek hedefe ulaştırmak için biçimlendirmektedir. Belirli bir sistemin küçük parçalarından en büyük devlet törenlerine kadar hepsinde gözlenen ortak amaç ve tarz hemen hemen aynıdır. Onu yaşatmak ve geliştirmek için, kitleyi kuşatmak, var olma nedenini kavratmak gerekir. Çözülmeye başlayan uluslarda, ulusa duyulan güvenin yeniden sağlanması için sık sık törenlere başvurulur. Çünkü törenler ortak bilinci sağlayan, birleştirici bir işleve sahiptir. Çalınan marşlar ve bandonun ritmi kitlede coşku ve aidiyet duygusunu yeniden yaratır.
“Tüm törenler, şu ya da bu şekilde uzlaşmayı onaylamakta, çatışkıları gizlemekte ve hem hiyerarşi hem de cemaati desteklemektedir. Hangi ülke ele alınırsa alınsın, ayin, kralın seküler ve kutsal kimlikleri ve dünyevi ve göksel hiyerarşileri birbirine bağlayan örnek merkezi rolü üzerinde yoğunlaşmaktadır.”[13]
Her kitle kendisini başka bir kitleden farklı olarak kurgular: biz ve öteki. Bizi ötekinden ayıran farklılıklar ‘biz’i yaratırken; öteki de kendisini ‘biz’e göre kurgular. ‘Biz’ ve ‘öteki’nin sloganları, marşları, söylemleri farklıdır ama uydukları ritim aynıdır. Her iki kitleye de ortak coşku veren yine davul ve tokmaktır. O halde hangi kitle olursa olsun ritim hep aynıdır ve işlevi ortaktır. Bu ortak noktaya rağmen kitlelerin farklılaşması kendilerini diğer kitlelerden üstün görme duygusu etrafında örülmelerinden kaynaklanır.
“Hemen her toplumda, kendini ötekilerden üstün görme eğilimi vardır. Türkçe’deki ‘acem’ sözcüğünün, Farsça’daki karşılığı ‘Türk’tür. Toplumsal birlik ve dayanışmanın devamı ve korunması için, bu türden değer ve inançlara ihtiyaç (yok değildir)” [14] vardır.
O halde en büyük kitle olarak adlandırdığımız ‘insanlık’ tan tutun da en küçük kitle olan ‘aile’ ye  kadar, hepsinde farklılıkların öne çıkarıldığı bir değerler sistemi mevcuttur.
Günümüze baktığımızda seçim zamanlarında meydanları dolduran kitleler farklı müzikler, simgeler, semboller ve söylemlerle birbirinden kolayca ayırt edilebilir. Her siyasi parti kendisine kitle yaratmak için, kendisinin ötekinden farkını göstermek durumundadır. Bunu miting adı verilen törenlerle gerçekleştirir. Mitinglerin vazgeçilmez unsuru ise kitleyi hareketlendirecek olan ritimdir. Siyasi partilerin seçtikleri müziklere dikkat edilirse, bunların hayli hareketli ve ritmik oldukları görülür. Kitleyi düzene sokacak, heyecanlandıracak ve tek bir yumruk haline getirebilecek olan hızlı ritimler seçilir. Modernleşen günümüzde yavaş yavaş gözden düşmüş gibi görünen davulun yerini biçim olarak farklı ritim araçları alsa da; işlevi devam etmektedir.
Modern çağda, en gelişmiş teknolojilerin gündelik yaşamın her alanında var olmaya başlaması ile ilkel dönemlerin davul ve ayin/töreni tahtını kaybetmiş gibi görünse de; insanlığın şimdilik en son icadı olan bilişim teknolojilerinde değişen biçimiyle varlığını inadına sürdürmektedir. Ayarları bozulan bilgisayarlarımızı açtığımızda, karşılaştığımız görüntü, düşündürücü ve bir o kadar da şaşırtıcıdır: “sistem ayarları güncelleştiriliyor” yazısının sol tarafında bir trampet ve ona vuran iki çubuk. Bilgisayar teknolojisinin belli bir sistem doğrultusunda yaratıldığı düşünülürse; elbette bozulan sistem, onarılarak yeniden işler duruma getirilecektir. En son teknolojiyle üretilmiş olan bilgisayar sistemin yeniden yapılandırılması, en ilkel araç sayabileceğimiz – şeklen değişse de- davul (trampet) ile simgelenmiştir.
       Kanımca, insanoğlu yaşam serüveninde ne kadar ilerleme(!) kaydederse etsin, ilkel atalarının davul ve ayinini bilinç altından bir türlü atamamıştır. Klandan bu yana değişik formlarda örgütlediği toplum biçimlerinde kullandığı araçlar özde hep aynı kalmıştır. Tanrı Devletler, Kral Devletler, İmparatorluklar, Ulus Devletlerde kurguladığı sistemler ne olursa olsun; sistemi meşrulaştırmak ve geniş kitlelerin sahiplenmesini, onaylamasını sağlayabilmek için törenlerden, ritim araçlarından bolca yararlanmıştır. Gevşeyen toplum bağlarını yeniden yapılandırmak, aidiyet duygularını güçlendirmek için kitleleri törenlerle kuşatmış, gündelik yaşamın yalın temposuna farklı kaygılar sunarak, birlik ve beraberlik duygusu yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır. Aslında çağ, modern ya da modern-üstü olsa da insanoğlu klan ailesinden kalan alışkanlıklarını hala sürdürmektedir. Doğa ile savaşımı henüz bitmeyen insanoğlunun iç güdüleri yaşamında hala önceliklidir. Binlerce yıldır giydirilmeye çalışılan kimlikler onları mutlu etmeye yetmemektedir. Yoğun ve yorucu yaşam serüveni içinde bulabildiği kısacık zamanda hemen doğaya koşması; onun bin yıllar öncesinden tanıdık olduğu çevreye duyduğu özlemin bir ifadesidir. İlkel yaşama duyulan özlem, modern çağımızda herkesi kuşatan bir duygu haline gelmiştir. Dünyanın hemen bütün ülkelerinde yaşayan, farklı uluslara mensup insanların, son dönemlerde aynı yılgın ve bezgin tavrı göstermesi son derece açıktır.
Artık insanlar, onlara sunulan simgelerden, kimliklerden, yönetilmekten ve yönetmeye aday olanların söylemlerinden, vaatlerinden etkilenmediklerini,  tüm dünyadaki demokratik ülkelerde yapılan seçimlerde,  kullanılan oy oranının düşüşü ile göstermektedirler. Giderek kitlelerle bağını koparan insanlar hızla yalnızlaşmakta, törenler bile artık onları kuşatmaya yetmemektedir. Çünkü insanlık varoluşundan bu yana kendisinin istemi dışında gelişen ve onun gelişim seyrinin çok ötesinde olan farklı yaşam tarzlarına itilmiştir. Eskisi henüz içselleştirilmeden ortaya çıkan her yeni tarzda, geçmişe ait değerler sistemi kökünden sarsılmış, değişimlere ayak uyduramamıştır. Bizim ülkemizden örnek verecek olursak; Osmanlı teb’asından T.C yurttaşlığına geçişin, hiç de kolay bir tasarruf olmadığını görmekteyiz. Bu konuda Güvenç şunları yazıyor:
“Yenileşme programı, kararlı liderin ödün vermeyen iradesi ve inancı doğrultusunda uygulandı ama bir tarih/kültür boşluğu da yarattı. O güne değin müslüman olduğuna ya da doğduğuna şükredip”, “padişahım çok yaşa” diye haykıran Osmanli tebaası Türklerden, şimdi “Ne mutlu Türküm”, ya da “Yaşasın cumhuriyet” demeleri isteniyordu. Önderin yakın çevresinden başlayıp yayılan dalgalar halinde, Türkler bu gidişe ayak uydurmaya, gerilerde kalmamaya çalıştılar ama kişisel kimliklerini unutmak, gizlemek ya da yadsımak pahasına. Yaşanan deneyim, insanbilimcilerin, “zorla kültürlenme” (transkültürasyon) adini verdiği sürece benziyordu. Değişim, çocuklarla genç kuşaklarda, büyük kentlerin “Evropa” ile tanışmış aydın çevreleriyle, kurtuluş savaşına katilmiş asker-memur kadroları arasında görece -kolay değilse bile- daha hızlı gerçekleşti. Ancak Türkiye Cumhuriyeti ya da Türk toplumu, yalnızca askerlerle memurlardan oluşmuyordu.”[15]
“Büyük çoğunluğu köylerde, geri kalanın çoğunluğu ise kasabalarda yaşayan halk, ‘Osmanlı Memalikini kurtarmak için’ kalkıştığı, ancak onun ötesinde bir değişimi değil talep etmek, hayal dahi edemediği bir kurtuluş savaşının ardından, geleneklerle biçimlenmiş kimliğine son derece ters yepyeni (üstelik de ‘gavur icadı’) bir biçimleniş dayatmasıyla karşı karşıya kalmıştı.”[16]
Alıntılardan yola çıkılırsa şu anlaşılıyor ki; çözülen kitleleri yeniden toparlamak, bir araya getirmek için değerler sistemi yeniden kurgulanmış, bu yeni değerler kitlelere çeşitli biçimlerde sunularak, benimsetilmeye çalışılmıştır. Her tarihsel durakta, iktidarlar tarafından davul ve tören kıskacında kuşatılan halk kitleleri giderek doğal orijininden uzaklaşarak, içi boş bir kabuğa dönüşmüştür. Böylelikle, her deneye açık hale gelerek, kendilerine yabancılaşmışlardır.
Yukarıda değindiğimiz gibi kitlelerde yaşanan değişim; toplumun kendi iç dinamiğindeki etkileşimlerin bir sonucu olabileceği gibi, dıştan gelen etkilerin de bir ürünüdür. Daha doğrusu, bu değişim dış ve iç dinamiğin bir bileşkesi olarak ortaya çıkmaktadır. Nasıl doğa, biyolojik bir evrimin en zengin bilgi arşivi ise, toplumun kültürü de, sosyal değişimin en güvenilir belgelerini içinde barındırmaktadır. Toplumun geçirdiği sosyal değişimlere karşın, bazı törelerin dayanıklılığı veya kalıcılığını (survival) görmekteyiz. Bunlar şeklen değişime uğrasa da işlev bakımından değişmemiştir.
Halkın gündelik yaşamında da bu tür alışkanlıkların izlerine, bir zamanların ayinlerinden günümüze ulaşan törenlere hala rastlanmaktadır. İnsanın yaşamı boyunca geçirdiği dönemler doğum, erginlik, evlenme ve ölüm olarak sıralana gelmiştir. Buna; sözlenme, nişan, sünnet ve asker törenlerini de katmak yerinde olur. Anadolu’nun bazı yörelerinde doğum adeta bir tören niteliğindedir. Doğan çocuğun erkek olması durumunda davul hemen imdada yetişir. Erkek nüfusa yeni bir bireyin katıldığı davul eşliğiyle duyurulur. Erkek çocuklarının erkekliğe ilk adımı sayılan sünnet törenleri bütün tanıdık, eş, dost ile birlikte davulun ortaklaştırıcı coşkusuyla yapılır. Yine bazı yörelerde görülen erginleme törenlerinde de def ve dümbeleklerle eğlenceler düzenlenerek, yaşamın bu yeni döneminde ergine destek olunmaya çalışılır. Elbette bu törenlerin hepsi ortaklaşılan bir bilinçle; yine davul ve benzeri araçların yardımıyla gerçekleşir. Evlenme törenleri ise daha geniş katılımlı olup, iki aileyi bir araya toplayan, bazen de bütün bir kasabayı kapsayan coşku ve sevinçle yaşanır. Bu törenlerin de vazgeçilmez aktörü yine davuldur. Asker uğurlamaları sırasında yapılan törenlerde de davul olmazsa olmaz bir araçtır.
Buraya kadar verdiğimiz örneklere günümüzde sıkça rastlamak ya da onların içinde yaşamak mümkündür. Kalabalığın büyüsüne kapılıp, aynı ruh ve bilinçle hareket etmek, tuttuğumuz takımın renklerini taşıyan bayrakları sallayıp, hep birlikte bağırmak, arabamıza atlayıp konvoya katılmak, kornanın ritmine göre haykırmak; davul, tören ve iktidar üçgeninde kuşatılmışlığın çağımızdaki yeni festivalini yaratmak...
Görünen o ki; insanlık serüvenimiz henüz bitmemiştir. Davul-tören-iktidar üçgeninde süren bu çetin serüven insanlığı kuşatmaya devam ederken; kuşatılmışlıktan sıkılanlar da yeni bir üçgenle kuşatma eyilimini sürdürmektedirler. Bu amaçla yapılan alternatif programlara dünyanın her yerinde rastlamak mümkündür. Yeni bir toplum ve insan modeli kurgulayanların, en ilkelinden tutunda en gelişmişine kadar, gelenek-göreneklere hala büyük ölçüde gereksinimleri vardır. Yerine yenisini koymadan, eskisini yıkmak, insanı, bu güne değin donatan değerlerden bir anda koparmak, bu uzun yürüyüşte soluğumuzun yetmemesine neden olacaktır. Davul ve töreni halkın ihtiyaçları doğrultusunda, halktan gelen seslere kulak vererek kullanan iktidarlar, zaten zorla bir meşruiyet sağlama yoluna gitmeyeceklerinden, daha uzun soluklu ve halk için varlıklarını sürdürebilecekleri bir zeminde yaşayacaklardır.
Sonuç olarak; hangi toplum kurgusu olursa olsun, bu kurgu geniş kitlelere ulaştırılmalı, yaygınlaştırılmalıdır. Kitleler kuşatılarak büyümeli, hedefe ulaşılmalıdır. Bu da, davul ve törensiz  olamaz...

                                                                              13.10.2002
                                                                               Mesude Eğilmez
                                                                               mesudee@ixir.com




[1]  Milliyet Türkçe Sözlük, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Dil Kurumu, cilt 1, İst. 1992, s. 341.
[2] Özbudun, Sibel, Ayinden Törene, Anahtar Kitaplar, 1997, İstanbul, I. Basım, s. 50.
[3]   İnan, A.K, : Tarihte ve Bu Gün Şamanizm, I. Baskı, TTK Yayınları, Ankara 1976.
[4]  And, Metin, Orta Asya Dansları, Forum, c. 10, 110, 24-25, 1958.

[5] Meydan Larousse, cilt 5., s.62.
[6] Radlof, W., Sibirya’dan (Seçmeler), ı. Baskı, Kültür Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1972.
[7] Childe, V. Gordon, Tarihte Neler Oldu. Çev. A. Şenel, M. Tunçay, Odak Yayınları, İstanbul, 1974.
[8] Altındal, Aytunç, Türkiye’de Kadın, Anahtar Kitaplar Yayınevi, İstanbul, s.203
[9] Vurgu bana ait.
[10] Canetti, Elias, Kitle Ve İktidar, Ayrıntı Yayınları, Çev:  Gülşat Aygen, 1998, s. 21
[11] A.g.e. ... s. 30

[12] Gurney, O,R. The Hittites, Suffolk: Pelican. Page: 153-155.
[13]  Özbudun, Sibel, Ayinden Törene, ... s: 118

[14] Güvenç, Bozkurt, İnsan ve Kültür, Remzi Kitabevi, İstanbul 1993, s. 5.

[15] Güvenç, Bozkurt, Türk Kimliği, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1993 Ankara, s: 250-252

[16] Tunçay, Mete, T.C’nde Tek-Parti Yönetimi’nin Kurulması (1923-1931), Cem Yayınları, İstanbul 1989.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder