EKLESSİA VE CUM’A
Başlıktaki iki sözcükten yola
çıkarak, bugünün olgularına şöylesine bir göz atacağız.
Yıllardır dünyanın ve insanlığın
kaderini bu iki sözcük belirlemiştir. Her ne kadar, yapay olarak bu sözcükler
“Doğu” ve “Batı”yı gösterse de, birbirinden farkı da ancak Doğu ve Batı’nın
farkı kadardır.
Eklessia, eski Yunan dilinde, Cum’a da Arap dilinde,
toplanma anlamını taşır. Eklessia, ‘kilise’nin; Cum’a da ‘cami’nin; ve her
ikisi de anlam olarak cemaatin ‘kök’ sözcükleridir.
Sözcük anlamları ve mantık olarak
aynı işlerliğe sahip olan bu iki sözcüğü şimdilik yalnızca cemaat olarak ele
alalım ve genel mantığını ortaya koyalım: Cemaat; aynı inanç ve ortak
değerlerle hareket eden, bir kişi ya da bir grup önderin arkasından giden
kapalı topluluk biçimi; namaz kılmak, mevlit veya vaaz dinlemek için toplanmış
halk; dinsel topluluk; Ermeni cemaati, Yahudi cemaati, Bulgaristan İslam
cemaati...
Cemaat ve modern toplum arasındaki
ilişkiye değinmek için, konuya bu noktadan başlamayı tercih ettim... Zira
modernleşme ve kalkınma ne Doğu’nun ne de Batı’nın tek başına problemidir...
Peki modern toplum bu tanımlamanın neresinde yer alır?
Bu sorunun cevabı için çağdaş
sosyolojinin temel ayrımı olan ve Almanca kökenli “gemeinschaft” ve
“gesellschaft” ayrımına bakmamız gerekir. Türkçe’ye her ikisi de
cemaat-toplum-sosyete olarak tercüme edilen bu iki sözcükten ilki, premodern
toplumsal örgütlenme modeli olarak cemaati, ikincisi ise Cumhuriyet’le beraber
Türk insanının inşa etmeye başladığı modern toplumu ifade etmektedir.
Cumhuriyet’le beraber Türkiye’nin
yaşadığı temel atılım da işte budur. Modernleşme, Batılılaşma, aydınlanma,
muassırlaşma, milletleşme; işte hepsinin temel amacı aslında, toplumun cemaat
olmaktan çıkarılması ve modern bir şekilde yeniden örülmesi iradesidir. Bu iki
toplum şekli arasındaki temel fark ise birey ve toplum ve devlet arasındaki
aidiyet, sadakat, yönlendirme, karar mekanizmaları, önderlik; ve yani tek
kelimeyle “irade” ilişkisidir.
Bir gazete yazısı için uzun bir
giriş olduğunu kabul etmekle beraber, bu açıklamanın pek çok konuda daha net
düşünmemizi sağlayacağını inanıyorum.
Bu noktada ilk olarak; şef ve halk
ilişkisini somutlayan bir atasözünü de söylemeden geçemeyeceğim: ‘Cemaat ne
kadar çok olursa olsun, imam bildiğini okur.’ Hemen bir tane de deyiş
söyleyeyim: ‘Takmış peşine cemaati geliyor.’
Bu iki örnekten anlaşılacağı üzere
cemaatin olduğu yerde mutlaka bir önder vardır. Yani, bilen ve öğreten
ve cahil ve öğretilenlerin ilişkisi. Öğretilenlerin cemaati
oluşturduğu ve öğretilmişlere sıkı sıkıya biat ettiği, bunlar için hiç kafa
yormadığı, doğruluğundan hiç şüphe etmediği bir tarz ile cemaatin çelik
disiplini sağlanmış olur. Cemaatten olanlar, başka cemaatin fertlerine
karışmaz, onların yaptıklarından sorumluluk duymazlar. Ama kendi içlerinden bir
üye cemaat değerlerinden ödün vermeye başlarsa, tüm kuralları hayata geçirir,
ona en ağır cezaları uygulamaya kalkarlar. Böylece cemaatin bekası sağlanmış
olur. Ve mantık hemen işler: cezaya çarptırılana “kol kırılır, yen içinde
kalır” felsefesi dayatılır, yapılanlar da kimselere söylenmez.
Genellikle azgelişmiş ülke
toplumlarının kültürel kodlarında rastlarız bu yapılanmaya. Doğal olarak böyle
ülkelerde, siyaset de, ticaret de cemaatvari örgütlenmiş, bilim ve bilimsel
görüş yerleşemediğinden aydın da var olamamıştır.
Çünkü aydın doğası gereği her türlü
cemaatten arınmış, cemaatler üstü tavrıyla, kendi doğrularını yaratmış, bu
anlamda tarafsız olmayı, olay ve olguları neden-sonuç ilişkisi içinde
değerlendirmeyi başarmış olandır.
Ancak aydın tabi ki tek başına
toplum değildir ve bu noktada yirminci yüzyıl sosyolojisinin kurucusu Max
Weber’i ve onun cemaatlerin dönüşümlerine dair kuramını hatırlamalıyız. Weber
diyor ki: Modernleşme hızla sürse, bunu gerçekleştirecek son derece donanımlı
elitler ve hatta dahiler olsa da ; cemaat, modern toplumsal örgütlenme içinde
de kendini sürdürme çabasına devam edecektir. Krala tapanlar eğer parlementoya
ya da devlet başkanına tapmaya başlamışlarsa, ya da cemaatvari cezalandırma
ilişkilerini sürdürüyor ve aydınların özerk yaşama alanını yok ediyorsa, yani
kısaca toplumsal ilişki şekli değişmemişse burada modern toplumdan söz
edilemez.
İşte buradan hareketle son günlerde
hızla devam eden davetiye krizine bir bakalım.
Bir ulusu var eden, dünyanın önünde
eğildiği bir lider, Mustafa Kemal Atatürk, ne yazık ki yarattığı bir dev
tarafından un ufak edilip dile dolanıyor, küçük bir Anadolu kentinde, bu dev
kendini var etmek için yaratıcısının heykeline onun ortadan kaldırmak istediği
bir şekilde sarılıyor.
Peki cemaat ne yapıyor? Hiç
düşünmüyor, düşünmek bile istemiyor. Eğer düşünürse, cemaate, hem de bir bilene
ters düşebilir. Allah saklasın, sonra başına ne işler gelir? Çünkü burada
aslolan cemaat menfaatidir, işleyen
cemaat hukukudur. Bireyin hakkı yoktur. Lütfen Weber’i tam da burada hatırlayalım.
İşte böyle... Cemaate üye her zaman bulunur, ama
cemaatler üstü düşünen, korkmadan yazan Anadolu aydını her zaman bulunmaz.
Zaten bolca aydın olsa, cemaatler taze kan bulamaz ve etkisizleşir.
Bugün gazetenin birinde, oryantalist
terminolojiye göre sözcüklere ekler kondurmuş, ama ne tür bir ekolde yazılmış
olduğunu anlamadığım; kendi kendime: “olmaz ki, Avrupa-Merkezci ulusalcı
düşünceler, Oryantalist terminolojiyle yazılmaz ki!” dediğim bir yazıda beni sevindiren bir ibare buldum:
“Tuhaf olan yarım asırdır, hemen her
haberinde, her makalesinde “her şeyi konuşmak”tan söz eden bir kalemşör ve onun
gazetesinin, son birkaç gündür, bizde ve diğer bazı gazetelerdeki yayınlar
karşısında bilinen tarzı ve iştigalini rafa kaldırıp, tam aksi yönde karşı
yayın yapması...
... Şimdi ne olduysa oldu, çarkın
dönüş yönü değişti!”
Belli oluyor ki, cemaat, sözü edilen
kişiyi huzura davet ediyor, yargı süreci başlayacak. Aman ne güzel, demek ki bu
cemaat düşünmediğini itiraf ediyor, yazı yazmıyor, savaşıyor. O nedenle de yazı
yazılan aracı silah benzetmesiyle savaşı kutsuyor. Oysa ki dünyanın hiçbir
yerinde düşünen ve yazan beyinler savaşı çağrıştıran sözcükler kullanmamıştır.
Hele de düşünen yazıyorsa, yazı yazdığı araca saygılı davranıp, onu bir silahı
çağrıştıracak şekle sokmamıştır.
Alıntıdan da anlaşılacağı üzere, bu
yarım asırlık gazeteci, cemaatlerin söylemlerinin peşine takılmadan, toplumsal
uzlaşıyı gözeterek, kendi doğruları ile bu davetiye olayına karşı çıkmış. Ama
cemaatler yukarıya çıkan bu yaklaşımı, aşağıya çekmek için uğraşıyorlar...
Eh! Ne diyelim, Anadolu’da küçük bir
kent, üyesi bol türlü cemaatlere meydan okuyan, bir aydın yetiştirmiş!
Umarız ve eminiz ki ; Mustafa
Kemal’in hayali olan toplum daha nice aydınlar yetiştirecek ve çoğalan aydınlar
bu cennet ülkede onun hayalini gerçek kılacak!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder