20 Aralık 2015 Pazar

EKLESSİA VE CUM’A


Başlıktaki iki sözcükten yola çıkarak, bugünün olgularına şöylesine bir göz atacağız.
Yıllardır dünyanın ve insanlığın kaderini bu iki sözcük belirlemiştir. Her ne kadar, yapay olarak bu sözcükler “Doğu” ve “Batı”yı gösterse de, birbirinden farkı da ancak Doğu ve Batı’nın farkı kadardır.
Eklessia, eski Yunan dilinde, Cum’a da Arap dilinde, toplanma anlamını taşır. Eklessia, ‘kilise’nin; Cum’a da ‘cami’nin; ve her ikisi de anlam olarak cemaatin ‘kök’ sözcükleridir.
Sözcük anlamları ve mantık olarak aynı işlerliğe sahip olan bu iki sözcüğü şimdilik yalnızca cemaat olarak ele alalım ve genel mantığını ortaya koyalım: Cemaat; aynı inanç ve ortak değerlerle hareket eden, bir kişi ya da bir grup önderin arkasından giden kapalı topluluk biçimi; namaz kılmak, mevlit veya vaaz dinlemek için toplanmış halk; dinsel topluluk; Ermeni cemaati, Yahudi cemaati, Bulgaristan İslam cemaati...
Cemaat ve modern toplum arasındaki ilişkiye değinmek için, konuya bu noktadan başlamayı tercih ettim... Zira modernleşme ve kalkınma ne Doğu’nun ne de Batı’nın tek başına problemidir... Peki modern toplum bu tanımlamanın neresinde yer alır?
Bu sorunun cevabı için çağdaş sosyolojinin temel ayrımı olan ve Almanca kökenli “gemeinschaft” ve “gesellschaft” ayrımına bakmamız gerekir. Türkçe’ye her ikisi de cemaat-toplum-sosyete olarak tercüme edilen bu iki sözcükten ilki, premodern toplumsal örgütlenme modeli olarak cemaati, ikincisi ise Cumhuriyet’le beraber Türk insanının inşa etmeye başladığı modern toplumu ifade etmektedir.
Cumhuriyet’le beraber Türkiye’nin yaşadığı temel atılım da işte budur. Modernleşme, Batılılaşma, aydınlanma, muassırlaşma, milletleşme; işte hepsinin temel amacı aslında, toplumun cemaat olmaktan çıkarılması ve modern bir şekilde yeniden örülmesi iradesidir. Bu iki toplum şekli arasındaki temel fark ise birey ve toplum ve devlet arasındaki aidiyet, sadakat, yönlendirme, karar mekanizmaları, önderlik; ve yani tek kelimeyle “irade” ilişkisidir.
Bir gazete yazısı için uzun bir giriş olduğunu kabul etmekle beraber, bu açıklamanın pek çok konuda daha net düşünmemizi sağlayacağını inanıyorum.
Bu noktada ilk olarak; şef ve halk ilişkisini somutlayan bir atasözünü de söylemeden geçemeyeceğim: ‘Cemaat ne kadar çok olursa olsun, imam bildiğini okur.’ Hemen bir tane de deyiş söyleyeyim: ‘Takmış peşine cemaati geliyor.’
Bu iki örnekten anlaşılacağı üzere cemaatin olduğu yerde mutlaka bir önder vardır. Yani, bilen ve öğreten ve cahil ve öğretilenlerin ilişkisi. Öğretilenlerin cemaati oluşturduğu ve öğretilmişlere sıkı sıkıya biat ettiği, bunlar için hiç kafa yormadığı, doğruluğundan hiç şüphe etmediği bir tarz ile cemaatin çelik disiplini sağlanmış olur. Cemaatten olanlar, başka cemaatin fertlerine karışmaz, onların yaptıklarından sorumluluk duymazlar. Ama kendi içlerinden bir üye cemaat değerlerinden ödün vermeye başlarsa, tüm kuralları hayata geçirir, ona en ağır cezaları uygulamaya kalkarlar. Böylece cemaatin bekası sağlanmış olur. Ve mantık hemen işler: cezaya çarptırılana “kol kırılır, yen içinde kalır” felsefesi dayatılır, yapılanlar da kimselere söylenmez.
Genellikle azgelişmiş ülke toplumlarının kültürel kodlarında rastlarız bu yapılanmaya. Doğal olarak böyle ülkelerde, siyaset de, ticaret de cemaatvari örgütlenmiş, bilim ve bilimsel görüş yerleşemediğinden aydın da var olamamıştır.
Çünkü aydın doğası gereği her türlü cemaatten arınmış, cemaatler üstü tavrıyla, kendi doğrularını yaratmış, bu anlamda tarafsız olmayı, olay ve olguları neden-sonuç ilişkisi içinde değerlendirmeyi başarmış olandır.
Ancak aydın tabi ki tek başına toplum değildir ve bu noktada yirminci yüzyıl sosyolojisinin kurucusu Max Weber’i ve onun cemaatlerin dönüşümlerine dair kuramını hatırlamalıyız. Weber diyor ki: Modernleşme hızla sürse, bunu gerçekleştirecek son derece donanımlı elitler ve hatta dahiler olsa da ; cemaat, modern toplumsal örgütlenme içinde de kendini sürdürme çabasına devam edecektir. Krala tapanlar eğer parlementoya ya da devlet başkanına tapmaya başlamışlarsa, ya da cemaatvari cezalandırma ilişkilerini sürdürüyor ve aydınların özerk yaşama alanını yok ediyorsa, yani kısaca toplumsal ilişki şekli değişmemişse burada modern toplumdan söz edilemez.
İşte buradan hareketle son günlerde hızla devam eden davetiye krizine bir bakalım.
Bir ulusu var eden, dünyanın önünde eğildiği bir lider, Mustafa Kemal Atatürk, ne yazık ki yarattığı bir dev tarafından un ufak edilip dile dolanıyor, küçük bir Anadolu kentinde, bu dev kendini var etmek için yaratıcısının heykeline onun ortadan kaldırmak istediği bir şekilde sarılıyor.
Peki cemaat ne yapıyor? Hiç düşünmüyor, düşünmek bile istemiyor. Eğer düşünürse, cemaate, hem de bir bilene ters düşebilir. Allah saklasın, sonra başına ne işler gelir? Çünkü burada aslolan cemaat  menfaatidir, işleyen cemaat hukukudur. Bireyin hakkı yoktur. Lütfen Weber’i tam da  burada hatırlayalım.
İşte böyle... Cemaate üye her zaman bulunur, ama cemaatler üstü düşünen, korkmadan yazan Anadolu aydını her zaman bulunmaz. Zaten bolca aydın olsa, cemaatler taze kan bulamaz ve etkisizleşir.
Bugün gazetenin birinde, oryantalist terminolojiye göre sözcüklere ekler kondurmuş, ama ne tür bir ekolde yazılmış olduğunu anlamadığım; kendi kendime: “olmaz ki, Avrupa-Merkezci ulusalcı düşünceler, Oryantalist terminolojiyle yazılmaz ki!” dediğim  bir yazıda beni sevindiren bir ibare buldum:
“Tuhaf olan yarım asırdır, hemen her haberinde, her makalesinde “her şeyi konuşmak”tan söz eden bir kalemşör ve onun gazetesinin, son birkaç gündür, bizde ve diğer bazı gazetelerdeki yayınlar karşısında bilinen tarzı ve iştigalini rafa kaldırıp, tam aksi yönde karşı yayın yapması...
... Şimdi ne olduysa oldu, çarkın dönüş yönü değişti!”
Belli oluyor ki, cemaat, sözü edilen kişiyi huzura davet ediyor, yargı süreci başlayacak. Aman ne güzel, demek ki bu cemaat düşünmediğini itiraf ediyor, yazı yazmıyor, savaşıyor. O nedenle de yazı yazılan aracı silah benzetmesiyle savaşı kutsuyor. Oysa ki dünyanın hiçbir yerinde düşünen ve yazan beyinler savaşı çağrıştıran sözcükler kullanmamıştır. Hele de düşünen yazıyorsa, yazı yazdığı araca saygılı davranıp, onu bir silahı çağrıştıracak şekle sokmamıştır.
Alıntıdan da anlaşılacağı üzere, bu yarım asırlık gazeteci, cemaatlerin söylemlerinin peşine takılmadan, toplumsal uzlaşıyı gözeterek, kendi doğruları ile bu davetiye olayına karşı çıkmış. Ama cemaatler yukarıya çıkan bu yaklaşımı, aşağıya çekmek için uğraşıyorlar...
Eh! Ne diyelim, Anadolu’da küçük bir kent, üyesi bol türlü cemaatlere meydan okuyan, bir aydın yetiştirmiş!
Umarız ve eminiz ki ; Mustafa Kemal’in hayali olan toplum daha nice aydınlar yetiştirecek ve çoğalan aydınlar bu cennet ülkede onun hayalini gerçek kılacak!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder