EYLÜL GEÇMEDEN BİR
HATIRLATMA...
Eylül ayı, bugüne değin dünyadaki
yoksul halkların aleyhine gelişen
dengelerin kurulduğu; ve insanlığın en kanlı saldırılarla kendi kendini
yok ettiği önemli olaya tanıklık etmiştir. Bunlardan bir kaçı:
-Topluma ırkçılık tohumları saçan
sorumsuz politikacıların, dış politikada güç kazanmak adına, kendi halkını
birbirine kırdırdığı, 6-7 Eylül 1955’te yaşanan, Rum kökenli Türk
vatandaşlarına ve onlara ait işyerlerine saldırı.
-Hala içinden çıkamadığımız ve
bugünleri ona borçlu olduğumuz (!), 12 Eylül 1980’de yaşamak zorunda
bırakıldığımız, askeri darbe.
-Finans kapitalin kendi iç
kavgasının, tam ciğerlerinde patladığı ve faturanın yine mazlumlara kesildiği
11 Eylül 2002’de ekranlardan tanık olduğumuz, ABD’deki İkiz Kulelere yapılan
intihar saldırısı.
Ve... Acılar, öfkeler, yerinden
yurdundan edilenler...
Demeçler, brifingler, uçaklar,
bombalar...
Çıkarlar, çıkarcılar, kan üstünden
politika yapanlar...
Daha çözümlenememiş bir sürü soruna,
yenilerini katanlar...
Dünya sarsılıyor, insanlık
savruluyor...
Büyük büyük projeler uğruna, mazlum
halklar karşı karşıya kalıyor. Filler güreşiyor, çimenler ise eziliyor.
Eylülü hatırlatmak, hafızaları
canlandırmak istedim. Çabuk unutuyoruz, hiç ders almıyoruz yaşananlardan.
Bazı basın ve yayın kuruluşlarında,
bugünlerde sıkça rastladığım, sözde ulusalcılık söylemleri altında yapılan
haberlerin olası sonuçlarını geçmişe dönerek hatırlatmak istedim eylül ayı
geçmeden.
Halkı, birbirine düşman edecek, din
ve ırk ayrımını körükleyecek, dolayısıyla infial yaratıp, farklı kültürlere ve
farklı dinlere karşı kin, nefret ve öfke yaratacak, haber niteliğinden uzak
bazı karalamaların, manşetten verilmesinin sonuçları iyi hesaplanmalı; basın,
üzerinde taşıması gereken sorumluluğu bir kez daha hatırlamalı diyorum.
Elbette, düşünce ve ifade
özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılmasını sonuna kadar savunanlardanım.
Fakat, halkımızın yapısı iyi değerlendirilmeli, bu tür düşünceler işlenirken
neden-sonuç ilişkileri de iyi hesaplanmalı. Ne söylendiği değil, nasıl
söylendiği önemli olmalı bu tür konularda.
Dünyadaki dengeler ve gelişmelerden
bihaber olunarak, bazı olguları anlamak ne yazık ki mümkün değil. Bir konuda
düşünebilmek, kesin yargıdan uzak, “acaba”larla başlar. “Acaba”lar da kişiyi
bilgiye götürür. Yani bilgisi olmayan düşünce de üretmemeli diyorum. Zaten
üretince komik oluyor.
Sorumsuzluğun yol açtığı yıkımları
çok yaşadı ülkemiz. Çocuklarımıza güzel bir dünya bırakabilmek için herkesi bu
sorumluluğu üstlenmeye çağırıyorum.
Bu çağı beğenip beğenmemek kişinin
özgürlüğüdür, hükümetlerin iç ve dış politikalarını beğenip, beğenmemek de. Ama
halk için, halkı işaret ederek ya da bir grubu, bir başka halkı işaret ederek
yayın yapmak, yazı yazmak kişi özgürlükleri dahilinde değerlendirilemez. Bu,
tamamen sorumluluk isteyen bir iştir ve tam bu noktada, bir şeyleri söyleyip
geçiverme özgürlüğü yoktur sorumluluk sahiplerinin.
İşte bu nedenle, yazının başında
sıraladığım tarihlerden yalnızca birine değineceğim, 1955 yılı Eylül ayına.
İşte bunun için bir alıntı:
“ 6 Eylül günü başlayıp 7 Eylül
sabahına kadar süren, İstanbul ve İzmir’de azınlıktaki vatandaşlara ait
dükkanların, kiliselerin yakılıp yıkılması, yağmalanmasıyla sonuçlanan
barbarlık olayları, o dönemi yaşayanların belirttiklerine göre, Demokrat Parti’nin
başlattığı bir gösterinin, denetim altına alınamamasından kaynaklanmaktadır.
Görünüşte, Selanik’te Atatürk’ün
oturduğu eve ve Türkiye Konsolosluğuna bomba atılmasını protesto etmek
amacıyla düzenlenmişti bu gösteriler. Gerçekte ise; Demokrat Parti’nin iç ve
dış politikada tam bir iflasın eşiğinde bulunması nedeniyle hem halkı avutmak,
hem de Londra’da, Kıbrıs konusunda görüşmeler yapan Fatin Rüştü Zorlu’ya bir
çeşit destek vermek amacıyla başlatılmıştı. Olaylar ordudan yardım istenerek
önlenebildi ve sabaha karşı sıkıyönetim ilan edildi. İstanbul’da bulunan
Menderes ve öteki sorumlular, vilayette toplanarak, sıkıyönetim kararı
alındıktan sonra, 7 Eylül tarihli gazeteleri getirerek sansür ettiler. Yeniden
matris ve kalıp hazırlamak uzun süreceği için, gazetelerin sansür edilen
başlıkları ezip, okunmaz duruma getirdikleri görülmektedir.
Türkiye’nin dış dünyadaki
saygınlığını zedeleyen ve içte DP iktidarına karşı güvensizlik yaratan
olayların sorumlusu olarak, gösteri ve yağma ile hiçbir ilişkisi bulunmayan
solcular, bir de Kıbrıs Türktür Derneği yöneticileri tutuklandı.”[1]
Sanırım mesaj alınmıştır. Sakın
yanlış anlaşılmasın: “Yazmayın, darbe olur.” Demiyorum... Yalnızca sorumluluk
bekliyorum.
[1] Kabacalı, Alpay, Türk Basınında Demokrasi, Kültür Bakanlığı, Demokrasi
Klasikleri, II. Baskı, Eylül 1999, s.245