1 Mayıs 2016 Pazar

“Ecnebi nasihatler”
AKP Hükümeti ile hız kazanan AB’ye üyelik süreci, sıkıntılarla devam ediyor. Buna bağlı olarak Avrupa ülkelerinde hiç tükenmeyen Türklük korkusu da yükseliyor. Bir Avrupalı ya da Amerikalı için, en tedirgin edici kimlik, şüphesiz Türklüktür. Rus olmak ikinci, Fars olmak üçüncü sırada gelir.
Yani, doğudaki o dönemin en büyük üç imparatorluğu, hala tehdittir bunlar için. Avrupalı, Osmanlı korkusunu aşamamış, hafızasında diri tuttuğu seferlerin hıncını, devlet biçimleri, devletlerarası ilişkiler değişse de olduğu gibi muhafaza etmiştir.
Avrupalı; bir yandan, Osmanlı’nın, Orta Avrupa, Orta Doğu ve Orta Asya’daki izlerini yok edememenin verdiği sıkıntıyla, adeta bir paranoya yaşarken; bir yandan da Türkiye’nin oldukça genç ve eğitimli bir nüfusa sahip olması, tüm stratejik yolların üzerinde oturması bakımından onsuz olamayacağını bilmektedir.
Öyle ya, bir birlik ya küçülecek, ya da büyüyecektir. Bu birliğin temel sorunudur bana göre. Sıkıntı da nasıl büyüyeceği gerektiği ile ilgilidir.
***
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, zaten Avrupa’da olan Osmanlı’nın kurum ve kuruluşlarını devralarak kuruldu. Ve Osmanlı’nın, yine kendisi gibi döneminin en büyük Doğu İmparatorluğundan biri olan Çarlık Rusya’sı ile her daim kavgalı bir durumu vardı.
Doğunun üç kimliği; Türk, Rus ve Fars, tarihin hiçbir döneminde bir ittifak kuramamışlar, doğunun en büyük imparatorluğu olma yarışında hep karşı karşıya gelmişlerdir.
Bu imparatorluklardan geriye kalanlar, devlet biçimlerini değiştirmiş de olsalar, geçmiş tecrübelerle hareket etmektedirler, Türkiye Cumhuriyeti Devleti hariç. Çünkü O, Osmanlı’nın red-di mirası üzerine kurulmuştur.
İşte bu durum da, onun hafızasını silerek, bugün atacağı adımlarda, kuracağı ittifaklarda şaşırmasına neden olmuştur.
***
Bugün birlik gündemi iki ayrı seçenek ile karşımıza çıkmakta; ya Avrupa ya da Asya…
Tüm hesaplar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni Avrupa içlerinden atıp, doğulu üç imparatorluğun sınırlarına hapsetmek üzerine kurulu.
Yani doğu-batı ikileminde, doğuyu kendi sınırlarında tutmak; böylece de doğunun ön kapısı Türkiye’yi AB kapısında oyalamak…
***  
AB’nin istediği reformlar, Türkiye insanı için zararlı, fevkalade tehlikeli şeyler mi?
Hayır…
Aksine bireyin, en büyük örgütlü güç olan devlet karşısında haklarını korumaya yönelik yasalar…
Bu yasalar, devletin gücünü zayıflatır mı peki?
Aksine gücüne güç katar. Eğer hayata geçmezse, devlet kendisini halktan korumak için çabalar. Bunun sonucu da belli; baskı, hakların budanması ve zulüm…
AB’nin devletler düzleminde hesapları olabilir ama Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de kendi insanının refah ve mutluluğu için hesapları olmalı; aynı zamanda da dünya devletleri ile ilişkilerinde…
Tarihte, “Ecnebi örnekler” ,“Ecnebi nasihatler” hatta “Ecnebi taktiler, stratejiler” hep olmuştur… Olacaktır da…
İttihat Terakki’nin bu nasihatlerden, bu stratejilerden beslenerek, Birinci Dünya Savaşı’nı başımıza nasıl bela ettiği unutulmamalıdır. Çanakkale ve Sarıkamış’ın arkasında yatan ideolojik yaklaşım, yapılan ittifak bugün yeniden değerlendirilmelidir.
Güçlü devletler, halklarının çıkarına olabilecek ittifakları kurmak zorundadır. İttifaklar içinde bulunmak, o ülkenin ilhakı demek değildir. Çünkü dünya üzerinde hiçbir devlet yalnız değildir, yalnız yaşayamaz da…
Devir, küresel dünyada nasıl durmak gerektiğini anlayıp, ona göre hareket eden devletlerin devri olacaktır.

Şimdi, akıllı davranma zamanı…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder