1 Mayıs 2016 Pazar

EYLÜL GEÇMEDEN BİR HATIRLATMA...

Eylül ayı, bugüne değin dünyadaki yoksul halkların aleyhine gelişen  dengelerin kurulduğu; ve insanlığın en kanlı saldırılarla kendi kendini yok ettiği önemli olaya tanıklık etmiştir. Bunlardan bir kaçı:
-Topluma ırkçılık tohumları saçan sorumsuz politikacıların, dış politikada güç kazanmak adına, kendi halkını birbirine kırdırdığı, 6-7 Eylül 1955’te yaşanan, Rum kökenli Türk vatandaşlarına ve onlara ait işyerlerine saldırı.
-Hala içinden çıkamadığımız ve bugünleri ona borçlu olduğumuz (!), 12 Eylül 1980’de yaşamak zorunda bırakıldığımız, askeri darbe.
-Finans kapitalin kendi iç kavgasının, tam ciğerlerinde patladığı ve faturanın yine mazlumlara kesildiği 11 Eylül 2002’de ekranlardan tanık olduğumuz, ABD’deki İkiz Kulelere yapılan intihar saldırısı.
Ve... Acılar, öfkeler, yerinden yurdundan edilenler...
Demeçler, brifingler, uçaklar, bombalar...
Çıkarlar, çıkarcılar, kan üstünden politika yapanlar...
Daha çözümlenememiş bir sürü soruna, yenilerini katanlar...
Dünya sarsılıyor, insanlık savruluyor...
Büyük büyük projeler uğruna, mazlum halklar karşı karşıya kalıyor. Filler güreşiyor, çimenler ise eziliyor.
Eylülü hatırlatmak, hafızaları canlandırmak istedim. Çabuk unutuyoruz, hiç ders almıyoruz yaşananlardan.
Bazı basın ve yayın kuruluşlarında, bugünlerde sıkça rastladığım, sözde ulusalcılık söylemleri altında yapılan haberlerin olası sonuçlarını geçmişe dönerek hatırlatmak istedim eylül ayı geçmeden.
Halkı, birbirine düşman edecek, din ve ırk ayrımını körükleyecek, dolayısıyla infial yaratıp, farklı kültürlere ve farklı dinlere karşı kin, nefret ve öfke yaratacak, haber niteliğinden uzak bazı karalamaların, manşetten verilmesinin sonuçları iyi hesaplanmalı; basın, üzerinde taşıması gereken sorumluluğu bir kez daha hatırlamalı diyorum.
Elbette, düşünce ve ifade özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılmasını sonuna kadar savunanlardanım. Fakat, halkımızın yapısı iyi değerlendirilmeli, bu tür düşünceler işlenirken neden-sonuç ilişkileri de iyi hesaplanmalı. Ne söylendiği değil, nasıl söylendiği önemli olmalı bu tür konularda.
Dünyadaki dengeler ve gelişmelerden bihaber olunarak, bazı olguları anlamak ne yazık ki mümkün değil. Bir konuda düşünebilmek, kesin yargıdan uzak, “acaba”larla başlar. “Acaba”lar da kişiyi bilgiye götürür. Yani bilgisi olmayan düşünce de üretmemeli diyorum. Zaten üretince komik oluyor.
Sorumsuzluğun yol açtığı yıkımları çok yaşadı ülkemiz. Çocuklarımıza güzel bir dünya bırakabilmek için herkesi bu sorumluluğu üstlenmeye çağırıyorum.
Bu çağı beğenip beğenmemek kişinin özgürlüğüdür, hükümetlerin iç ve dış politikalarını beğenip, beğenmemek de. Ama halk için, halkı işaret ederek ya da bir grubu, bir başka halkı işaret ederek yayın yapmak, yazı yazmak kişi özgürlükleri dahilinde değerlendirilemez. Bu, tamamen sorumluluk isteyen bir iştir ve tam bu noktada, bir şeyleri söyleyip geçiverme özgürlüğü yoktur sorumluluk sahiplerinin.
İşte bu nedenle, yazının başında sıraladığım tarihlerden yalnızca birine değineceğim, 1955 yılı Eylül ayına. İşte bunun için bir alıntı:
“ 6 Eylül günü başlayıp 7 Eylül sabahına kadar süren, İstanbul ve İzmir’de azınlıktaki vatandaşlara ait dükkanların, kiliselerin yakılıp yıkılması, yağmalanmasıyla sonuçlanan barbarlık olayları, o dönemi yaşayanların belirttiklerine göre, Demokrat Parti’nin başlattığı bir gösterinin, denetim altına alınamamasından kaynaklanmaktadır. Görünüşte, Selanik’te Atatürk’ün  oturduğu eve ve Türkiye Konsolosluğuna bomba atılmasını protesto etmek amacıyla düzenlenmişti bu gösteriler. Gerçekte ise; Demokrat Parti’nin iç ve dış politikada tam bir iflasın eşiğinde bulunması nedeniyle hem halkı avutmak, hem de Londra’da, Kıbrıs konusunda görüşmeler yapan Fatin Rüştü Zorlu’ya bir çeşit destek vermek amacıyla başlatılmıştı. Olaylar ordudan yardım istenerek önlenebildi ve sabaha karşı sıkıyönetim ilan edildi. İstanbul’da bulunan Menderes ve öteki sorumlular, vilayette toplanarak, sıkıyönetim kararı alındıktan sonra, 7 Eylül tarihli gazeteleri getirerek sansür ettiler. Yeniden matris ve kalıp hazırlamak uzun süreceği için, gazetelerin sansür edilen başlıkları ezip, okunmaz duruma getirdikleri görülmektedir.
Türkiye’nin dış dünyadaki saygınlığını zedeleyen ve içte DP iktidarına karşı güvensizlik yaratan olayların sorumlusu olarak, gösteri ve yağma ile hiçbir ilişkisi bulunmayan solcular, bir de Kıbrıs Türktür Derneği yöneticileri tutuklandı.”[1]
Sanırım mesaj alınmıştır. Sakın yanlış anlaşılmasın: “Yazmayın, darbe olur.” Demiyorum... Yalnızca sorumluluk bekliyorum.



[1] Kabacalı, Alpay, Türk Basınında Demokrasi, Kültür Bakanlığı, Demokrasi Klasikleri, II. Baskı, Eylül 1999, s.245

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder