DENGE VE ADALET
“Akıl Oyunları” filminde, bir aritmetiksel hesabın formüle edilmesi
beni hayli düşündürmüş, aynı zamanda da keyiflendirmişti. Anımsadığım kadarıyla
kurgu şöyleydi: İki arkadaş, geceyi birlikte geçirebilecekleri kız arkadaş
bulabilmek için bara eğlenmeye giderler. Barda kendileriyle ilgilenen bir çok
genç hanım vardır. Fakat o sırada çok güzel bir kız girer içeriye ve onlar, bu
alımlı genç hanımla ilgilenmeye başlar. Ancak bir sorun vardır: onlar iki
kişidir, kız ise bir tanedir. Bu durumda ikisinden birisi geceyi yalnız
geçirmek zorundadır. Genç kız da hayli güzeldir. Ondan kolay kolay
vazgeçilebilecek gibi de değildir. Ancak geliş amaçları bellidir.
Kızın güzelliği orada bulunan diğer kızları incitmiş, tüm gençlerin
onunla ilgilenmesine neden olmuştur. Bu güzel kız yalnızca bir erkeği
seçeceğinden, doğal olarak diğer erkekler de incinecek, yalnızca bir kişi mutlu
olabilecek, diğerleri geceyi yalnız geçirecektir.
Bu durumda ne yapılabilir? Ya da nasıl davranılabilir?
En doğru olan, bu güzel kızla ilgilenmeyip, ilk başta ilgilendikleri
kızlarla ilgilenmeye devam etmektir. Böylece, çoğunluk mutlu olacak, azınlıkta
olan bir kişi geceyi yalnız geçirecektir. Yani denge çoğunluğun mutluluğu
üzerine kurulmuş, böylece adalet sağlanmış olacaktır.
Belki filmdeki aritmetiksel formüller simgelerle açıklanabilir ama
bunun en güzel toplumsal formülasyonu: “Denge
bozulduğunda, adalet duygusu yok olur” cümlesiyle kurulur. Ya da Denge
yoksa, adalet de olmaz…
Şimdi bir film karesinden yola çıkarak, dünyaya bir bakalım. Siyasi
olarak kuzey-güney ülkeleri diye tanımladığımız yeryüzü parçalarında yaşanan
gelişmelere…
Gezegenin güneyinde yer alan koskoca Afrika Kıtası üzerindeki,
sınırları cetvelle çizilmiş bir çok ülkenin gayri safi milli hasılası toplamı, bir
ülkedeki bir tek şirketin gelirinden az ise, denge nerede?
Bozuk olan bu dengesizlik içinde adalet
nerede?
Ta 1400’lü yıllarda yaşanan ilk globalleşme sonucu, her yüzyıl kuzeyden
yana biraz daha ağır basan terazi kefesinde
adalet ne geze?
1789’lardan bu yana kurulan ulus devletlerin sayısı bilmem kaç tane
yeryüzünde. İmparatorlukları parçalayarak bu devlet modelini yaratabilmek için
yaygınlaştırdıkları, vatan, millet, bayrak gibi söylemler bile artık aç ve yoksul
insanları kendi topraklarında tutmaya yetmiyor.
Umuda yolculuklar ne vatan ne de millet tanıyor.
Kara Afrika’nın bağrında hala açlıktan binlerce çocuk ölüyor.
Tüm ırkların, renklerin, dillerin ve de dinlerin harmanı Avrupa, kendi
kavramlarında boğuluyor.
Mavi, beyaz ve kırmızı yaşananları anlatmaya yetmiyor.
Ve Avrupa kendi yarattıklarından korkuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder