1 Mayıs 2016 Pazar

DENGE VE ADALET


“Akıl Oyunları” filminde, bir aritmetiksel hesabın formüle edilmesi beni hayli düşündürmüş, aynı zamanda da keyiflendirmişti. Anımsadığım kadarıyla kurgu şöyleydi: İki arkadaş, geceyi birlikte geçirebilecekleri kız arkadaş bulabilmek için bara eğlenmeye giderler. Barda kendileriyle ilgilenen bir çok genç hanım vardır. Fakat o sırada çok güzel bir kız girer içeriye ve onlar, bu alımlı genç hanımla ilgilenmeye başlar. Ancak bir sorun vardır: onlar iki kişidir, kız ise bir tanedir. Bu durumda ikisinden birisi geceyi yalnız geçirmek zorundadır. Genç kız da hayli güzeldir. Ondan kolay kolay vazgeçilebilecek gibi de değildir. Ancak geliş amaçları bellidir.
Kızın güzelliği orada bulunan diğer kızları incitmiş, tüm gençlerin onunla ilgilenmesine neden olmuştur. Bu güzel kız yalnızca bir erkeği seçeceğinden, doğal olarak diğer erkekler de incinecek, yalnızca bir kişi mutlu olabilecek, diğerleri geceyi yalnız geçirecektir.
Bu durumda ne yapılabilir? Ya da nasıl davranılabilir?
En doğru olan, bu güzel kızla ilgilenmeyip, ilk başta ilgilendikleri kızlarla ilgilenmeye devam etmektir. Böylece, çoğunluk mutlu olacak, azınlıkta olan bir kişi geceyi yalnız geçirecektir. Yani denge çoğunluğun mutluluğu üzerine kurulmuş, böylece adalet sağlanmış olacaktır.
Belki filmdeki aritmetiksel formüller simgelerle açıklanabilir ama bunun en güzel toplumsal formülasyonu: “Denge bozulduğunda, adalet duygusu yok olur” cümlesiyle kurulur.  Ya da Denge yoksa, adalet de olmaz…
Şimdi bir film karesinden yola çıkarak, dünyaya bir bakalım. Siyasi olarak kuzey-güney ülkeleri diye tanımladığımız yeryüzü parçalarında yaşanan gelişmelere…
Gezegenin güneyinde yer alan koskoca Afrika Kıtası üzerindeki, sınırları cetvelle çizilmiş bir çok ülkenin gayri safi milli hasılası toplamı, bir ülkedeki bir tek şirketin gelirinden az ise, denge nerede?
Bozuk olan bu dengesizlik içinde adalet nerede?
Ta 1400’lü yıllarda yaşanan ilk globalleşme sonucu, her yüzyıl kuzeyden yana biraz daha ağır basan terazi kefesinde adalet ne geze?
1789’lardan bu yana kurulan ulus devletlerin sayısı bilmem kaç tane yeryüzünde. İmparatorlukları parçalayarak bu devlet modelini yaratabilmek için yaygınlaştırdıkları, vatan, millet, bayrak gibi söylemler bile artık aç ve yoksul insanları kendi topraklarında tutmaya yetmiyor.
Umuda yolculuklar ne vatan ne de millet tanıyor.
Kara Afrika’nın bağrında hala açlıktan binlerce çocuk ölüyor.
Tüm ırkların, renklerin, dillerin ve de dinlerin harmanı Avrupa, kendi kavramlarında boğuluyor.
Mavi, beyaz ve kırmızı yaşananları anlatmaya yetmiyor.
Ve Avrupa kendi yarattıklarından korkuyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder