ÇÜNKÜ BURASI TAŞRA...
Her gün, abartısız, tüm gazetelerde yer alan köşe
yazarlarının hemen hepsini okuyorum. Herkes, her konuda, aklına geleni
yazıyor... Kimi sorumlu, kimi de sorumsuzca...
Biz, yerel gazete yazarları olarak
“Akşam üstü, filan bakana, falan vekile ya da şu daire
müsteşarına rastladım, ayak üstü sohbet ettik.” Diye başlayamıyoruz
yazılarımıza... Böyle bir şansımız da yok zaten. Bu nedenle gazeteleri didik
didik edip, kendi perspektifimizle, biriktirdiklerimizle gündeme dair yazmaya
çalışıyoruz.
Ne yapalım yani?
Toplanıp, birlikte konuşup,
tartışacağımız fiziksel mekanlar da yok. Hadi mekanı bulduk diyelim; böyle bir
ruh da yok.
Diyelim ki ruhu da yakaladık, bu kez
de terminolojide birlik yok...
Kısaca yok oğlu yok...
Hal böyle olunca, herkes kendi
köşesinde, sanal alemde diyalogu yakalamaya çalışıyor...
***
Geçenlerde
Belediyeye gitmiştim. Biraz takıldım oralarda. Basın ve Halkla ilişkiler Müdürü
Ramazan Aydın’ın çayını içtim.
Şimdi,
Aydın’ın sohbet sırasında söylediği sözleri düşünüyorum: “Ben” diyor, sayın
Aydın, köşe yazılarında anı, edebi yazı okumak istemiyorum, bunları okumak
istesem edebiyat dergilerine abone olurum.”... “Gündeme dair bilgisi olanların
ürettikleri düşünceleri ya da konusunda uzman olanların analiz yazılarını
okumak istiyorum”...
Çok haklı
talepler bunlar, saygı duyuyorum...
Benim için
de hayli yol gösterici bu sözler...
Bu talepleri
saklı tutarak, o zaman aklıma gelmeyen şeyi şimdi söylemek istiyorum ben de
Sayın Aydın’a. Buradan siyaset gündemine ilişkin yazmaya kalkışmak da; “Masırın ucundan Mısır’ı görme”ye
benzetiliyor.
Bir
sakıncası da hemen kategorize edilip, üzerine bir etiket yapıştırılıveriyor
yazanın.
Eğer mevcut
statüko ve değerler çerçevesinde yazılırsa, aynı terane çerçevesinde dönülüp
duruluyor. Bunda hiçbir sorun çıkmıyor, ne yazana ne de gazete sahibine...
Eğer
gerçekten düşünce üretimi, mevcut çerçeve içine sığmayan yeni bir çıkışa
dayalıysa; vay halinize... Hemen ya tekzip alınıyor ya da uzaydan gelmiş gibi
bakılıyor...
Çünkü burası
taşra... Akademisyenler, siyasetçiler, uzmanlar, sanatçılar cirit atmıyor ki
ortalıkta...
***
Her şeyi ne
çabuk tüketiyoruz bu kentte... Yeni yeni kahramanlar yaratıp, arkasına
sığınıyor, kendi kahramanlığımızın adeta arka planını oluşturup, vatanı
kurtarmaya soyunuyoruz...
Kırk mı kırk
bir mi hala çözemediğimiz Kuvvacıların, hunharca harcadığımız mirasını da
tüketmeyi başarıyoruz. Onlar bu vatanın kurulmasında öncülük eden insanlardı,
hatıraları önünde saygıyla eğiliyoruz.
Peki başka
ne yapıyoruz?
Boş boş
övünüp, ahkam kesenler, çocuklarına hangi kahramanlıklarını miras bırakacaklar
acaba? Merak ediyoruz... Kent böyle, ülke de... İnsan aynı insan her yerde...
***
Bir
alıntıyla bitirelim:
“Kim ne
derse desin geldiğimiz nokta, hastalıklı bir ruh hali. Her sivri akıllının, çevresine
bir hayranlar kitlesi toplayarak asıp kestiği, tarih, strateji ne varsa diline
dolayıp, yarım yamalak akıl yürütmesiyle vatanı kurtarmak üzere harekete
geçtiği ülkede, çete de olur, karanlık iş de.” (Nuray Mert, Radikal,25.05.2006)
Bir de
kahraman yaratmaya soyunan, en genel geçer, parası bol “vatansever”lik
mesleğinde kariyer yapmaya çalışan işsiz bir kitle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder