1 Mayıs 2016 Pazar

ÇÜNKÜ BURASI TAŞRA...
Her gün, abartısız, tüm gazetelerde yer alan köşe yazarlarının hemen hepsini okuyorum. Herkes, her konuda, aklına geleni yazıyor... Kimi sorumlu, kimi de sorumsuzca...
Biz, yerel gazete yazarları olarak “Akşam üstü, filan bakana, falan vekile ya da şu daire müsteşarına rastladım, ayak üstü sohbet ettik.” Diye başlayamıyoruz yazılarımıza... Böyle bir şansımız da yok zaten. Bu nedenle gazeteleri didik didik edip, kendi perspektifimizle, biriktirdiklerimizle gündeme dair yazmaya çalışıyoruz.
Ne yapalım yani?
Toplanıp, birlikte konuşup, tartışacağımız fiziksel mekanlar da yok. Hadi mekanı bulduk diyelim; böyle bir ruh da yok.
Diyelim ki ruhu da yakaladık, bu kez de terminolojide birlik yok...
Kısaca yok oğlu yok...
Hal böyle olunca, herkes kendi köşesinde, sanal alemde diyalogu yakalamaya çalışıyor...
***
Geçenlerde Belediyeye gitmiştim. Biraz takıldım oralarda. Basın ve Halkla ilişkiler Müdürü Ramazan Aydın’ın çayını içtim.
Şimdi, Aydın’ın sohbet sırasında söylediği sözleri düşünüyorum: “Ben” diyor, sayın Aydın, köşe yazılarında anı, edebi yazı okumak istemiyorum, bunları okumak istesem edebiyat dergilerine abone olurum.”... “Gündeme dair bilgisi olanların ürettikleri düşünceleri ya da konusunda uzman olanların analiz yazılarını okumak istiyorum”...
Çok haklı talepler bunlar, saygı duyuyorum...
Benim için de hayli yol gösterici bu sözler...
Bu talepleri saklı tutarak, o zaman aklıma gelmeyen şeyi şimdi söylemek istiyorum ben de Sayın Aydın’a. Buradan siyaset gündemine ilişkin yazmaya kalkışmak da;  “Masırın ucundan Mısır’ı görme”ye benzetiliyor.
Bir sakıncası da hemen kategorize edilip, üzerine bir etiket yapıştırılıveriyor yazanın.
Eğer mevcut statüko ve değerler çerçevesinde yazılırsa, aynı terane çerçevesinde dönülüp duruluyor. Bunda hiçbir sorun çıkmıyor, ne yazana ne de gazete sahibine...
Eğer gerçekten düşünce üretimi, mevcut çerçeve içine sığmayan yeni bir çıkışa dayalıysa; vay halinize... Hemen ya tekzip alınıyor ya da uzaydan gelmiş gibi bakılıyor...
Çünkü burası taşra... Akademisyenler, siyasetçiler, uzmanlar, sanatçılar cirit atmıyor ki ortalıkta...
***
Her şeyi ne çabuk tüketiyoruz bu kentte... Yeni yeni kahramanlar yaratıp, arkasına sığınıyor, kendi kahramanlığımızın adeta arka planını oluşturup, vatanı kurtarmaya soyunuyoruz...
Kırk mı kırk bir mi hala çözemediğimiz Kuvvacıların, hunharca harcadığımız mirasını da tüketmeyi başarıyoruz. Onlar bu vatanın kurulmasında öncülük eden insanlardı, hatıraları önünde saygıyla eğiliyoruz.
Peki başka ne yapıyoruz?
Boş boş övünüp, ahkam kesenler, çocuklarına hangi kahramanlıklarını miras bırakacaklar acaba? Merak ediyoruz... Kent böyle, ülke de... İnsan aynı insan her yerde...
***
Bir alıntıyla bitirelim:
“Kim ne derse desin geldiğimiz nokta, hastalıklı bir ruh hali. Her sivri akıllının, çevresine bir hayranlar kitlesi toplayarak asıp kestiği, tarih, strateji ne varsa diline dolayıp, yarım yamalak akıl yürütmesiyle vatanı kurtarmak üzere harekete geçtiği ülkede, çete de olur, karanlık iş de.” (Nuray Mert, Radikal,25.05.2006)

Bir de kahraman yaratmaya soyunan, en genel geçer, parası bol “vatansever”lik mesleğinde kariyer yapmaya çalışan işsiz bir kitle... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder