1 Mayıs 2016 Pazar

Alışkanlıklar
Merkeze bağlı yaşama, merkeze göre biçimlenmeyi, emre kayıtsız şartsız itaati beraberinde getiriyor. Merkezde olan her şey otorite olarak kabul görüyor. Otorite, tüm gücü bir merkezde topluyor, kendini de böylece merkezileştiriyor.
Coğrafya da, bireyler de bireylerin alışkanlıkları da aslında belirleyici olan tek merkeze göre şekilleniyor.
Sonuçta benzer alışkanlıkları olan bireylerden oluşmuş bir toplum doğuyor. Bu toplumlarda aslında sorgulayan, eleştirel düşünebilen, yaratma yeteneği gelişmiş bireylerden söz edilemez. İşte bu nedenledir ki; böylesi toplumlar, “sürü toplumu” olarak adlandırılır.
Bu toplum; emre itaatkâr, alışkanlıklarına bağlı, hatıralarına ve dolayısıyla geçmişine marazi derecede tutkun; kolay adapte olmayan, yeniliğe kapalı buna rağmen otoritenin yani merkezin kolay manipüle edebildiği bir yapıya sahiptir.
Oysaki yaratıcı toplumlar, otoriteyi sorgular, otoritenin karşı konulmaz gibi görünen merkezi yapısını parçalayarak, onun karşısında kendi gücünün ve varlığının tanınmasını, merkezi karalara katılmayı, söz ve kararın kendisinde olmasını sağlar.
***
Kim ne derse desin, Dünya’da ve Türkiye’de, büyük değişimler yaşanıyor… Kentler büyüyor, dünya küçülüyor… Ancak beyinler kent sınırları kadar düşünmeyi sürdürüp; eski sınırları özlüyor. Çıban izi gibi olan alışkanlıklarından bir türlü kurtulamıyor. Tiryakilik gibi bir duygu bu, kolay baş edilmiyor.
Her gün geçtiğimiz yollar, yollardaki taşlar, ezberlenmiş ağaçlar, hiç tökezlenmeden varılan kavşaklar…
Keşif duygusundan yoksun insanlar, unutulmuş arka sokaklar…
Oysaki ne güzeldir tökezledikten sonraki dirilik, hiç geçilmeyen yolların merak dolu gözleri ve gizemlilik…
***
Yaşadığım kentten söz ediyorum…
Sağımı solumu kontrol ediyorum, yeni ağaçları, yollardaki yeni geçitleri keşfediyorum. Hangi otobüse binersem nerede inerim diye soruyorum, ring bir ve ring ikinin insana özgü dizaynına kapılıp, kendimi sanki başka bir dünyadaymış gibi hissediyorum.
Hiç geçmediğim yolların, hiç uğramadığım sokaklarında, dipdiri, uyanık ve merakla geziyorum…
Tek merkezin esaretinden kurtulacağımız günleri özlemle bekliyorum. Kent büyüdükçe, bizler de büyüyoruz, koşullar iyileştikçe, bizler de daha dikkatli oluyoruz.
Dikkat etmişsinizdir mutlaka, üst geçitler varken yaya geçitlerini hiç kullanmazdı insanlar, hoş üst geçitler de kullanılmazdı ya. Şimdi yaya geçitlerine bir bakın, herkes kurallara uyuyor… Uymayanları uyarıyor…
***
Artık, tek merkezli bir kent kaldı mı acaba tüm alışverişin tek yerde toplandığı? Eski site devletleri zamanında her şeyin tapınak etrafında döndüğü gibi…
Zağnos Paşa Camii ve çevresinin yoğunluğundan hiç bakmamıştım, cami bahçesindeki banklara, hiç geçmemiştim avlusundan. Meğer ne kadar da güzelmiş, asırlık ağaçların derin gölgesi…
Bu değişim ziyadesiyle mutlu etti beni, başkalarını bilemem. Şu yanlış, bu eksik diyen diyene, kendi açılarından haklı da olabilirler… Eksik, yanlış düzeltilir, görülen aksaklıklar giderilebilir, otobüs hatlarının güzergâhları değiştirilebilinir, bunların hepsi zaman içinde aşılabilir…

Ama şimdi aşılması gereken en önemli konu, alışkanlıklarımızdan kurtulmak ve tek merkezli bir kentte daha ne kadar yaşayabileceğimizin hesabını yapmak… 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder