Alışkanlıklar
Merkeze bağlı yaşama, merkeze göre
biçimlenmeyi, emre kayıtsız şartsız itaati beraberinde getiriyor. Merkezde olan
her şey otorite olarak kabul görüyor. Otorite, tüm gücü bir merkezde topluyor,
kendini de böylece merkezileştiriyor.
Coğrafya da, bireyler de bireylerin
alışkanlıkları da aslında belirleyici olan tek merkeze göre şekilleniyor.
Sonuçta benzer alışkanlıkları olan
bireylerden oluşmuş bir toplum doğuyor. Bu toplumlarda aslında sorgulayan,
eleştirel düşünebilen, yaratma yeteneği gelişmiş bireylerden söz edilemez. İşte
bu nedenledir ki; böylesi toplumlar, “sürü toplumu” olarak adlandırılır.
Bu toplum; emre itaatkâr,
alışkanlıklarına bağlı, hatıralarına ve dolayısıyla geçmişine marazi derecede
tutkun; kolay adapte olmayan, yeniliğe kapalı buna rağmen otoritenin yani
merkezin kolay manipüle edebildiği bir yapıya sahiptir.
Oysaki yaratıcı toplumlar, otoriteyi
sorgular, otoritenin karşı konulmaz gibi görünen merkezi yapısını parçalayarak,
onun karşısında kendi gücünün ve varlığının tanınmasını, merkezi karalara
katılmayı, söz ve kararın kendisinde olmasını sağlar.
***
Kim ne derse desin, Dünya’da ve
Türkiye’de, büyük değişimler yaşanıyor… Kentler büyüyor, dünya küçülüyor… Ancak
beyinler kent sınırları kadar düşünmeyi sürdürüp; eski sınırları özlüyor. Çıban
izi gibi olan alışkanlıklarından bir türlü kurtulamıyor. Tiryakilik gibi bir
duygu bu, kolay baş edilmiyor.
Her gün geçtiğimiz yollar, yollardaki
taşlar, ezberlenmiş ağaçlar, hiç tökezlenmeden varılan kavşaklar…
Keşif duygusundan yoksun insanlar,
unutulmuş arka sokaklar…
Oysaki ne güzeldir tökezledikten
sonraki dirilik, hiç geçilmeyen yolların merak dolu gözleri ve gizemlilik…
***
Yaşadığım kentten söz ediyorum…
Sağımı solumu kontrol ediyorum, yeni
ağaçları, yollardaki yeni geçitleri keşfediyorum. Hangi otobüse binersem nerede
inerim diye soruyorum, ring bir ve ring ikinin insana özgü dizaynına kapılıp,
kendimi sanki başka bir dünyadaymış gibi hissediyorum.
Hiç geçmediğim yolların, hiç uğramadığım
sokaklarında, dipdiri, uyanık ve merakla geziyorum…
Tek merkezin esaretinden
kurtulacağımız günleri özlemle bekliyorum. Kent büyüdükçe, bizler de büyüyoruz,
koşullar iyileştikçe, bizler de daha dikkatli oluyoruz.
Dikkat etmişsinizdir mutlaka, üst
geçitler varken yaya geçitlerini hiç kullanmazdı insanlar, hoş üst geçitler de
kullanılmazdı ya. Şimdi yaya geçitlerine bir bakın, herkes kurallara uyuyor… Uymayanları
uyarıyor…
***
Artık, tek merkezli bir kent kaldı mı
acaba tüm alışverişin tek yerde toplandığı? Eski site devletleri zamanında her
şeyin tapınak etrafında döndüğü gibi…
Zağnos Paşa Camii ve çevresinin
yoğunluğundan hiç bakmamıştım, cami bahçesindeki banklara, hiç geçmemiştim
avlusundan. Meğer ne kadar da güzelmiş, asırlık ağaçların derin gölgesi…
Bu değişim ziyadesiyle mutlu etti
beni, başkalarını bilemem. Şu yanlış, bu eksik diyen diyene, kendi açılarından
haklı da olabilirler… Eksik, yanlış düzeltilir, görülen aksaklıklar
giderilebilir, otobüs hatlarının güzergâhları değiştirilebilinir, bunların
hepsi zaman içinde aşılabilir…
Ama şimdi aşılması gereken en önemli
konu, alışkanlıklarımızdan kurtulmak ve tek merkezli bir kentte daha ne kadar
yaşayabileceğimizin hesabını yapmak…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder