Bilgi
iktidardır
İnsanın bilinçli olarak düşündüğü
şeylerin büyük bir bölümünün, onların fark etmediği ve bilgisi dışında oluşan
güçler tarafından belirlendiğini ileri süren Karl Marks ve Sigmud Freud;
insanların, yaptıkları işlerin akılcı ve etik açıdan da doğru olduğunu sanarak,
eylemlerini çeşitli biçimlerde rasyonalize ettiklerini; bundan bir rahatsızlık
duymadıklarını ifade eder.
Bu bakıştan hareketle bir genelleme
yapılacak olursa; her durumu sloganlaştırarak kabul ve red etmeye alışmış,
derin düşünme yeteneğine ulaşamamış toplulukların çoğu zaman, kendi aleyhlerine
olan kararların altına imza attıklarının görüldüğünü söylemek yanlış olmaz.
Koyu despotizmin, otoriter yapısıyla
kuşatılmış toplumların fertlerine özgü bir davranış kalıbı olarak bilinen bu
durum, kısaca “cellâdına âşık olmak” benzetmesiyle de açıklanabilir.
Otoriteye kayıtsız şartsız boyun
eğme!
Kendini, kutsiyet atfedilen “kavramlara
adama”…
***
Tüm dünyada yoksulların lehine gelişen
“sosyal demokrasi”, bizim ülkeye geldiğinde işçi-köylü-yoksul düşmanı olarak bilinir,
bu kesimler tarafından fazla rağbet görmez. Köylüler ve işçiler, sosyal
demokrasiyi, onları hapseden, yaşama kalıplarından koparan, geleneklerini zorla
değiştiren, dinlerini yaşamalarına, dillerini konuşmalarına izin vermeyen bir
despotizm algısı içinde kavrarlar.
Bu nedenle bizim ülkemizde genellikle
yoksullar sağ partilere oy verirler. Tuzu kuru ve elit olanlar da sosyal
demokrasinin yanında yer alırlar…
Yine, kendi farklılıklarının kabul
görmesi için eylem yapanlar, farklılıkları yok saymaya yönelmiş hareketlerin
yanı başında yer alırlar…
Bu durumu da; kutsal değerlerin her
şeyden önce geldiğine vurgu yaparak, kendilerince rasyonalize ederler.
Böylece kendilerini, kutsal olana
adarlar…
Tüm bunları da hür iradeleriyle, özgür
bir birey olarak yaptıklarına inanırlar…
***
Oysaki Marks, insanların farkında
olmadıkları güçler tarafından yönetilmeleri nedeniyle, sandıklarının aksine,
hiç de istemedikleri düşüncelere hizmet ettiklerini; bu bakımdan onların özgür
düşünce sahibi olduklarından söz edilemeyeceğini ileri sürer.
İnsanın gerçekten özgür ve böylelikle
de sağlıklı olabilmesinin tek şartını da, kendisini etkileyen ve yönlendiren bu
dış güçlerin (kendi dışındaki dünya gerçeğinin) farkına varmaları, sonra da
hayatlarını (bu dünyasal gerçekliğin izin verdiği, yani insana özgü sınırların
çizdiği oranda) yönetip, yönlendirmeyi öğrenmesine bağlarlar. Böylelikle onların,
kendi dışındaki güçlerin bilinçsizce esiri olmaktan da kurtulmuş olacaklarını
vurgularlar.
***
O halde asıl esaretin ortadan
kalkması için, insanın kendi gerçekliğinin dışındaki dünya gerçekliğini
kavraması, onun özgürleşmesinin biricik yoludur.
Elbette bu da okumak, öğrenmekle
ilgilidir.
İşte bu nedenle Michell Faucault,
“Bilgi iktidardır” görüşünü savunmaktadır. Burada asıl sorgulanması gereken de
“bilgi”nin kim ya da kimler tarafından hangi amaçla paylaşımının engellendiği
olmalıdır.
İsteyerek ve bilerek, bilinçsiz
yığınlar yaratanlar, bilmeliler ki yine bu yarattıkları yığınlar tarafından
alaşağı edilebilirler…
Unutulmamalı ki; halkının
değerleriyle barışık bir olan bir devlet, özgürce düşünen, sorgulayan,
sloganist yaklaşımlarla hareket etmeyen, kendini kayıtsız şartsız kutsal
adledilene adamayan bireylerle, bu kaygan ve oynak coğrafyada ayakta kalabilir…
Politikalarını, “taraftar” toplamayla,
güce dayanarak kabul ettirme yoluna giden bir anlayışla, yaratılan kuru
kalabalıkları kutsayarak değil!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder