1 Mayıs 2016 Pazar

Bilgi iktidardır
İnsanın bilinçli olarak düşündüğü şeylerin büyük bir bölümünün, onların fark etmediği ve bilgisi dışında oluşan güçler tarafından belirlendiğini ileri süren Karl Marks ve Sigmud Freud; insanların, yaptıkları işlerin akılcı ve etik açıdan da doğru olduğunu sanarak, eylemlerini çeşitli biçimlerde rasyonalize ettiklerini; bundan bir rahatsızlık duymadıklarını ifade eder.
Bu bakıştan hareketle bir genelleme yapılacak olursa; her durumu sloganlaştırarak kabul ve red etmeye alışmış, derin düşünme yeteneğine ulaşamamış toplulukların çoğu zaman, kendi aleyhlerine olan kararların altına imza attıklarının görüldüğünü söylemek yanlış olmaz.
Koyu despotizmin, otoriter yapısıyla kuşatılmış toplumların fertlerine özgü bir davranış kalıbı olarak bilinen bu durum, kısaca “cellâdına âşık olmak” benzetmesiyle de açıklanabilir.
Otoriteye kayıtsız şartsız boyun eğme!
Kendini, kutsiyet atfedilen “kavramlara adama”…
*** 
Tüm dünyada yoksulların lehine gelişen “sosyal demokrasi”, bizim ülkeye geldiğinde işçi-köylü-yoksul düşmanı olarak bilinir, bu kesimler tarafından fazla rağbet görmez. Köylüler ve işçiler, sosyal demokrasiyi, onları hapseden, yaşama kalıplarından koparan, geleneklerini zorla değiştiren, dinlerini yaşamalarına, dillerini konuşmalarına izin vermeyen bir despotizm algısı içinde kavrarlar.
Bu nedenle bizim ülkemizde genellikle yoksullar sağ partilere oy verirler. Tuzu kuru ve elit olanlar da sosyal demokrasinin yanında yer alırlar…
Yine, kendi farklılıklarının kabul görmesi için eylem yapanlar, farklılıkları yok saymaya yönelmiş hareketlerin yanı başında yer alırlar…
Bu durumu da; kutsal değerlerin her şeyden önce geldiğine vurgu yaparak, kendilerince rasyonalize ederler.
Böylece kendilerini, kutsal olana adarlar…
Tüm bunları da hür iradeleriyle, özgür bir birey olarak yaptıklarına inanırlar…
***
Oysaki Marks, insanların farkında olmadıkları güçler tarafından yönetilmeleri nedeniyle, sandıklarının aksine, hiç de istemedikleri düşüncelere hizmet ettiklerini; bu bakımdan onların özgür düşünce sahibi olduklarından söz edilemeyeceğini ileri sürer.
İnsanın gerçekten özgür ve böylelikle de sağlıklı olabilmesinin tek şartını da, kendisini etkileyen ve yönlendiren bu dış güçlerin (kendi dışındaki dünya gerçeğinin) farkına varmaları, sonra da hayatlarını (bu dünyasal gerçekliğin izin verdiği, yani insana özgü sınırların çizdiği oranda) yönetip, yönlendirmeyi öğrenmesine bağlarlar. Böylelikle onların, kendi dışındaki güçlerin bilinçsizce esiri olmaktan da kurtulmuş olacaklarını vurgularlar.
***
O halde asıl esaretin ortadan kalkması için, insanın kendi gerçekliğinin dışındaki dünya gerçekliğini kavraması, onun özgürleşmesinin biricik yoludur.
Elbette bu da okumak, öğrenmekle ilgilidir.
İşte bu nedenle Michell Faucault, “Bilgi iktidardır” görüşünü savunmaktadır. Burada asıl sorgulanması gereken de “bilgi”nin kim ya da kimler tarafından hangi amaçla paylaşımının engellendiği olmalıdır.
İsteyerek ve bilerek, bilinçsiz yığınlar yaratanlar, bilmeliler ki yine bu yarattıkları yığınlar tarafından alaşağı edilebilirler…
Unutulmamalı ki; halkının değerleriyle barışık bir olan bir devlet, özgürce düşünen, sorgulayan, sloganist yaklaşımlarla hareket etmeyen, kendini kayıtsız şartsız kutsal adledilene adamayan bireylerle, bu kaygan ve oynak coğrafyada ayakta kalabilir…

Politikalarını, “taraftar” toplamayla, güce dayanarak kabul ettirme yoluna giden bir anlayışla, yaratılan kuru kalabalıkları kutsayarak değil! 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder